Alfred Thayer Mahan (1840-1914), deniz gücü teorisi ve deniz stratejisi ile ilgili düşüncelerini topladığı ve 1890 yılında ilk baskısını yaptığı “Deniz Gücünün Tarih Üzerine Etkisi 1660 – 1783” adlı eseriyle, Amerika’nın deniz siyasetinde köklü değişikliklerin meydana gelmesine önayak olmuş önemli bir isimdir. Mahan, deniz gücünün; milli kalkınma, refah ve güvenlik bakımından hayati bir değere sahip olduğunu ileri sürerek, dünya üzerinde hâkimiyet kurma arzusunda olan devletlerin deniz ticaretine ve deniz aşırı üslere önem vermesi gerektiğini söylemiştir.
Mahan’ın teorileri, silah teknolojisinde yaşanan birçok dönüşüme rağmen geçerliliğini korumaya devam etmektedir. Günümüzde, devletlerarası rekabeti büyük ölçüde denizlere egemen olma yarışındaki aktörler belirlemektedir. Zira dünya ticaretinin yaklaşık %85’i deniz yoluyla yapılmaktadır. Deniz gücünün; kıyı ve liman emniyetini sağlama, dünya deniz ticaretinden pay alma ve askeri olarak da gerekli durumlarda riskli deniz sahalarına güç aktarımı yapabilme gibi birçok yönü bulunmaktadır.
Küresel güç olma iddiası taşıyan devletlerin, deniz gücüne önem verdiği ve bu alanda yaptığı yatırımlarla dünya denizlerinde her alanda artan faaliyetleriyle boy gösterdiği görülmektedir.
Ortadoğu ve Avrasya, dünyanın enerji açısından en zengin bölgelerinin başında gelmektedir. Bu durum bu coğrafyada hem deniz ticaretinden pay alma, hem de askeri tehditlerin bertaraf edilmesi hususunda deniz gücünü önemli kılmaktadır. Buna rağmen üç tarafı denizlerle çevrili Türkiye’nin etkin bir deniz gücüne şimdiye kadar kayda değer yatırım yapmaması büyük bir eksiklik olmuştur.
Bu eksiklik Türkiye’nin tarihi bir sorunudur. Türkiye’nin deniz gücünde yaşadığı gerilemeye bir hal çaresi olmak üzere Mühendishâne-i Bahrî-i Hümâyun Mektebi 1775 yılında bu amaçla kurulmuştu. Fakat ilgisizlik ve iç hesaplaşmalar yüzünden başarı gösteremedi. Modern anlamda, ilk defa Mühendishâne-i Bahrî-i Hümâyun ile başlayan deniz mühendishânesi girişimi başarılı bir şekilde günümüze kadar ulaşsaydı, herhalde bugün Türkiye’nin deniz gücü çok ileri bir noktada olurdu.
Deniz gücü, yalnızca askeri güce indirgenemez. Bugün deniz gücünün kapsamı genişlemiş olup, uluslararası ticarete elverişli limanlar, balıkçılık faaliyetleri, deniz hukuku yetkinliği, gelişmiş offshore deniz endüstrisi, deniz teknolojileri üretimi, deniz jeolojisi ve jeofiziği gibi denizi ilgilendiren tüm alanlarda rekabet gücüne sahip olma anlamına gelmektedir.
Günümüzde birçok devletin Akdeniz’de ekonomik, politik ve askeri amaçlarla kendine üsler ve limanlar kurmanın peşine düşmesi, Türkiye’yi bölgedeki rolünü güçlendirmeye zorlamaktadır. Dolayısıyla Türkiye’nin, ilk etapta etrafındaki denizlerde sürdürülebilir etkin bir güce erişebilmesi için bu alanda planlı bir şekilde insan kaynağına yatırım yapması önemlidir. Bu hususta bir üniversiteye özel bir görev verilebilir. Burslar tasarlanabilir. Yurtdışı işbirliklerine gidilebilir.
Ancak tüm bunlar gelişigüzel yapılmamalıdır. İleriye dönük, uzun soluklu ve kalıcı olmalıdır. Bunun için Türkiye’nin bir gözü Doğu Akdeniz’de, diğer gözü de Mühendishâne-i Bahrî-i Hümâyun tecrübesinde olmalıdır ki bu konularda sağlıklı adımları atabilsin.