Sakarya Üniversitesi öğretim görevlisi Ebubekir Sofuoğlu, “üniversitelerin etrafındaki öğrenci evlerinin fuhuş yuvası olduğunu” iddia ettikten sonra gelen tepkiler üzerine maksadını aştığını, meramını düzgün anlatamadığını söylemedi. Hayır, ortada fuhuş gibi bir suç varsa, bu suçu işleyen kişilerin aynı zamanda kendisinin öğrencileri olduğu gerçeği karşısında dehşete de düşmedi. Anadolu’daki ailelerin kendisi gibi hocaların ilmine, Sakarya gibi muhafazakâr bir şehrin insanlarına emanet ettiği çocuklarının aslında bir bataklığa düşmüş olduğunu söylediğini de fark edip, hicap duymadı. Ne mi yaptı? Kendisinin bu talihsiz sözlerinin ardında durmayıp, hakkaniyetle konuşulması gerektiğini söyleyen Müslümanlara “ezik” dedi.

Eskiden gençlerin daha ahlaklı, tesettürün daha düzgün olduğu; şimdi ise her şeyin çok kötü, gençlerin hedonist, sadece haz merkezli düşünen ahlaksız bireylere dönüştüğünü iddia eden bu söylemin hedefinde aslında iktidar var. Çünkü, Türkiye 18 yıldır İslami iddiaları olan bir iktidar tarafından yönetiliyor.

BU ÜSLUP DOĞRU DEĞİL

İstanbul Sözleşmesi, 6284, tesettürün evsafı, genç evlilik, çok evlilik gibi pek çok argüman temelde iktidara “İslamcı bir muhalefet” yapmanın aracı olarak kullanılıyor.

Sofuoğlu beceriksizce davranmayıp açıktan iktidarı hedef alsaydı, mesela “gençlerin AKP’nin yanlış politikaları yüzünden fuhuş bataklığına sürüklendiği” gibi bir şey geveleseydi siz o zaman alkış tufanını görürdünüz.

Anadolu’nun pek çok şehrine Ak Parti iktidarı döneminde açılan devlet üniversiteleri sayesinde büyük şehirlere olan yığılma azaldı. Sofuoğlu’na göre ise bunlar “ahlaksızlığı” yaygınlaştırıyor. Aslında Sofuoğlu’nun dillendirdiklerini yeni duyuyor değiliz. 28 Şubat darbesinin başörtü yasaklarına direndiğimiz günlerde pek çok cemaat “zaten kızların okumasının gerekmediğini” söyleyerek içeriden barikatlar örüyordu.

KIZLARIN ÜNİVERSİTEDE NE İŞİ VAR?

Birlikte eylem yaptığımız bazı erkek öğrenciler bile “bacılara söyleyin, slogan atmasınlar, sesleri haram” diyorlardı. Aslında onlara göre Müslüman kadının sokakta bulunması bile gereksizdi. Öyleyse bu yasaklara karşı niye direniyorduk? Zaten kısa süre sonra, önce peruk fetvasıyla kitlenin çoğu dağılacak, başını açmayan öğrencilerin büyük kısmı Sofuoğlu’nun hepsini töhmet altında bıraktığı o rutubetli öğrenci evlerini kapatıp sessiz sedasız baba ocağına dönecekti. Geriye ise direnmeye devam eden, üzerlerinde pardesü, ayaklarında üniversitenin koridorunda yürürken ses çıkmasın diye giydikleri spor ayakkabılarıyla bir avuç kız öğrenci kalacaktı.

Şimdi TBMM’den, STK’lara; diplomasiden, eğitim kadrolarına kadar pek çok alanda var olan kadınlar işte o bir avuç içerisinden çıktılar.

Kimisi hocaefendi, kimisi üniversite hocası olsa da, gerçekte bu kişilerin tahammül edemedikleri şey “muharref geleneklerinden mülhem” tezlerinin ve bakış açılarının gençlikte karşılık bulmaması.

Kangren haline gelmiş yaralar için ürettikleri bir çözümleri var mı? Mesela Sofuoğlu’nun “ölünceye ya da evleninceye” kadar devam eden nafaka yanlışlığı hakkındaki düşüncesi ne biliyor musunuz? Kadınların 3 aydan fazla aldıkları nafakanın “haram” olduğunu söylüyor. Peki 20 yıl evlilik yaşayan, bu esnada kendisi üretip para kazanırken, kariyer yaparken; eşi bu süre boyunca ev hanımı olan birisinin sadece üç ay nafaka vermesi adil midir? Bu kadın eşiyle kendi arasındaki ekonomik farkını ya da eğitim düzeyini nasıl kapatacaktır?

Ne çözüm önerileriniz, ne de üslubunuz doğru değil sayın hocalar. Buna eziklik diyorsanız şayet, bir yandan vesayet rejimlerinin, diğer yandan bağnaz zihniyetlerin dişlilerinin arasında kalmamıza verin.