“Annem çalışıyordu. Dört aylıktan itibaren bana babaannem baktı. Annem gündüz işe giderken bırakıyor, iş dönüşü alıyordu. Bırakırken çok ağlardım. Bir türlü akşam olmazdı. Gelince sevinçle kucağına atlardım. Annemi çok özlüyordum, kucağından hiç inmek istemiyordum ama annem mecburen beni yanına oturtuyor ve iş yapıyordu. Doyasıya sarılamaz ve özlem gideremezdim. Gündüzleri ‘Anne’ diye ağladıkça, beni babaannem teselli ederdi. Giderek annemin özlemini babaannemle gidermeye başladım. Verdiği sevgi ile sakinleşiyordum. Artık annem giderken o kadar ağlamıyordum. Akşam evimize gidince, aynı evdeydik ama ayrı dünyalardaydık sanki. Hiçbir şey paylaşmıyorduk. Artık evimize gelmek beni mutlu etmiyordu, çünkü beni çeken hiç bir şey yoktu. Annem akşam almaya gelince, ‘Bu akşam burada kalsam?’ demeye başladım. Babaannem ihtiyacım olan sevgiyi veriyordu, mutluydum ve ben ondan azıcık ayrı kalsam gördüğüm sevgiyi özlüyordum. Babaanneme ‘anne’ demeye başlamıştım. Zamanla babaannemle çok şey paylaştık ve çok hatıram oluştu. O hatıralar beni yürekten bağladı. Düşünüyorum da, anneme ve babama bir şey olsa elbette üzülürüm, fakat babaanneme bir şey olursa diye düşündüğümde, çıldıracak gibi oluyorum. Onu o kadar çok seviyorum ki! 

Annem daha rahat yaşayalım diye çalıştığını söylüyor. Benim ihtiyacım refah içinde yaşamak değildi ki! Annemle birlikte zaman geçirmeye, onun sevgisini hissetmeye çok ihtiyacım vardı. ‘Beraber olsaydık da bir öğün yeseydim, eskileri giyseydim yeterdi’ diye düşünüyorum. Şu anda her şeyi olan, fakat annesini sevemeyen mutsuz bir gencim. Şimdi soruyorum; annemin çalışması bize ne kattı? Toplam çizgisini çektiğimizde, elimizde ne kaldı?”

Bu, binlerce gencin gönül fotoğrafından bir kare. Zihnimizde çalışmaya gereğinden fazla anlam yükledik. Kızlarımıza; ‘Mesleğini eline al, ayaklarının üzerinde dur. Ola ki boşanırsan kimseye muhtaç olma’ anlayışını kodladık. O kadar ki, çocuğu olup bir süre çalışamayan anneler depresyona girmeye başladılar. Ailede görülmeyen değerin çalışma hayatında görülmesi, daha rahat harcama imkânı, okudum boşa gitmesin anlayışı, eğitimini aldığım konuda hizmet edeyim isteği veya buna benzer gerekçeler öne çıktı. Çalışma hayatı elbette önemlidir, bireye de topluma da değer katar, üstelik ihtiyaçtır da. Fakat ya uygun olmayan bir zamanda çalışıyorsak, ya aile ihmal ediliyor ve çocuklar kaybediliyorsa? Bu durumda; bütün kazandıklarımızı terazinin bir kefesine, kaybettiklerimizi de diğer kefesine koysak, hangisi ağır gelir sizce?

Geçim için acil para lazımsa; önce israf varsa engelleyerek, çocuklar okula gidene kadar evden iş yaparak, yarı zamanlı çalışarak, bunlar olmadıysa olanla yetinerek, sevgiye ve duaya sarılıp bereketi yakalasaydık aç mı kalırdık?

“Ailem her şeyden önemli, çalışmayı erteleyebilirim” diyemedik. Çalıştıkça kazanıyoruz sandık. Çocuğumuzun başkasına “anne” diyecek kadar bağlanması ve onu daha fazla sevmesi; dünyanın serveti feda edilse bile geri getirilemeyecek bir kayıpsa, biz şimdi neyi kazanmış olduk?