Cuma günü yayınlanan “Bana bir diktatör lazım” başlıklı yazıma çeşitli desteklerin yanı sıra tenkitler de geldi. Bunların bir kısmını ciddiye almıyorum. Zaten yazıda tanımlanan insanların beklediğim reflekslerinden başka bir şey değildi. Ama içlerinden iyi niyetlerine şahit olduğum bazılarının sesime karşı itirazları benim için çok önemliydi. Çünkü; bu insanları tanıyorum ve iyi niyetlerine, iyi insanlıklarına şahitliğim vardır.

Daha da önemlisi vicdanlıdırlar. İyiye iyi, kötüye kötü derler. Topyekûn, sırf bu iktidar yaptı diye her şeyi reddeden insanlar değildir. Kendi özeleştirilerini yapabilen insanlardır. Defalarca eski Türkiye’ye ait bizim de yüksek sesle itiraz ettiğimiz birçok konuyu aynı tonda eleştirdiklerine şahit olmuşumdur. Bu nedenle karşı tribünde oturan ama sevinçte, acıda birlikte olabildiğimiz sesimize ses verebilen bu insanları çok önemsiyorum.

Bunlardan birisi de zaman zaman yazılarımda tartışmalarımıza yer verdiğim, “Bizim Ayhan”dan geldi. Yazımı Midilli’de okumuş. Bana gönderdiği mesajın bir kısmını sizinle paylaşmak istedim.

“Siz kandan beslenen çapulcular için ceset isimleri sadece propaganda malzemesidir, sayısı arttıkça sevinirsiniz. Çok sert ve ağır hocam… Keşke yazıya konu olan ve ağır eleştirilerinize muhatap olan kitlenin düşün perspektifini de anlayabilse idiniz. Tıpkı bizim Abdülhamit’ i anlayamamış olmamız gibi, siz de, iktidar karşıtı kitleyi sadece Yahudi oyuncağı ve kuklası gibi görerek -bence- kolaya kaçıyorsunuz. Dindar medya görünüp ölen kişiler ardından, -kültürümüzdeki yaygın kuralı altüst ederek- saygısız yaklaşımları, kesin olmayan bilgilerle insanları suçlamaları (dinen gıybet)… bunları nereye koyalım?

…Midilli’de yağmur altında liman önünde çocuğunu bağrına basmış, ağlamaklı gözlerle bizim guruptan medet bekleyen herkesin sorumlusuyuz. Bizim grubun tamamı ağlayarak limana girdi. Ne olacak bu insanların hali?…”

Biz asla herkes aynı düşünsün mantığında olan insanlar değiliz. Böyle düşünmek deliliktir. İdeolojilerin insanlara giydirdiği deli gömleğinin aynısından imal edip, herkese giydirmek isteme sapkınlığımız yoktur. Bizim istediğimiz yapılan her uygulamanın objektif değerlendirilebilmesi, neye karşı çıkılıyorsa alternatifinin oluşturulması, neden istenmiyorsa bunun gerekçelerinin ortaya konulabilmesidir. Türkiye’de iktidar sıkıntısı yoktur. Muhalefet sıkıntısı vardır derken, kastettiğimiz budur. Toplumun ve insanlığın geleceğini şahsi ezberlerimizin üstünde tutabilmektir. Kendisine cevabımda da yazdım, bu arkadaşları o yazıda da ben bizim çocuklarımız olarak anlattım. Kazanmamız gereken, aşırı propaganda ve algı yönetimi altında kalan arkadaşlarımız.

Benim yazımdaki ağır kabul edilebilecek eleştiri ve sözlerimin muhatabı tüm toplumumuza bir aşağılık kompleksi yükleyip her şeyi olumsuz göstermeye çalışan esas oğlanlardır. Ben yazımı yazarken gözümün önüne getirdiğim karanlık yüzler arasında Ayhan ya da onun gibi insanlar yoktu.

Mesajının sonundaki mültecilere olan yaklaşımı ortak vicdanımızı gösteriyor zaten. Herhalde bu vicdan onları geri kovalım, ne halleri varsa görsün diyen karanlıkla yan yana olamaz. Karşı çıktığım, benim insanım diye sarıldığım bu arkadaşları, bu insani vicdanı, karşıtlıklar üzerinden programlayıp, tam da beraber olacağımız yerde taşla, sopayla, öfkeyle, bütün iyilikleri ve geleceği sabote etmek üzerine kullananlardır. KESK ve DİSK gibi örgütlerin Ankara’da gerçekleşen korkunç, insanlık dışı katliam ertesinde tam da bu katillerin amaçlarına hizmet eden eylemleri bunun tipik örneğidir.

Yazıda da belirttiğim gibi bütün darbelerde ortamı hazırlayan, darbecilerle kol kola girenlerin aynı kuruluşlar olması tesadüf olamaz. Bundan yola çıkarak, bu kuruluşlara kayıtlı binlerce memur ve işçiyi aynı kefeye koyamayız. O binlerce memur ve işçi bu üst kurguya bu ihanete inanmadığı için oradadır. Benim anlatmak istediğim tam da budur. Bu insanların dünya görüşünü değiştirmesi değildir. Bizimle aynı partiye oy vermeleri değildir. Yaptığımız her şeyi kabullenmeleri değildir. Büyük oyunu görüp örgütlerini bu çakallardan temizlemeye çalışmaları, gerekirse yeniden örgütlenmeleridir. Cumhurbaşkanı’nın hangi partiden, hangi görüşten olursa olsun 550 milli milletvekili tanımlamasının arkasında yatan derinlik de budur.

Oyunu kuranlar çağın en güçlü silahı olan “iletişim ağlarını” küresel efendilerin desteğiyle vahşice kullanıyorlar. İnsanı insan yapan, yaratılanlar arasında en üstün kılan özelliğini “off” etmek için beyinlerini çaldılar. Eşrefi-i Mahlukat’ı sadece bir tüketiciye başka türlü çeviremezlerdi. İnsanlarımızı hedeflerinden caydırıp, bumerang gibi kendi kendilerini vurduranlaradır isyanımız, öfkemiz, kavgamız…

Sıkça soruyorlar, “İnsanlar masum olarak yıllarca hapislerde çürüdü”, neredeydiniz? Bununla ilgili de çok uzun açıklamalarım olabilir. Bu yazı yeterince uzadı. Velev ki haklısınız. Peki şimdi bu insanlarla kolkola gelmenizin nedeni ne o zaman? Sizi onlarla ve küresel efendilerle aynı manşetlerin altında birleştiren ne? “Düşmanımın düşmanı dostumdur” diyorsanız çoktan tuzağa düşmüşsünüzdür. Bunun kadar adi bir söz yoktur. Bu olana bitene bile bile itiraz etmiyorsanız, cehaletiniz masumiyetiniz olamaz. Bugün birileri bu hatadan dönüp, yanıldığını kabul edip, bu yapıyla mücadele ediyor. Siz taraf değiştirip bu yapıyı savunmaya başladınızsa, yani celladınızla aynı safa geçtiyseniz bu ancak sosyal patolojiyle izah edilebilecek bir durumdur.

Ben son söz olarak belki şunu söyleyebilirim, İsmet Özel’in “Waldo Sen Neden Burada Değilsin?” kitabının ana felsefesinden esinlenerek: “Ayhan sen neden burada değilsin?”