Bu sayfa kültür sanat sayfası. Epeydir sanat, şiir, tarih yazıyoruz. Kültür deyince benim aklıma yemek de gelir. Hele Türk yemeklerini özleyip Budapeşte’nin ortasında Saray Lokantası’nı bulduysam. Derler ya, kurt gibi acıkmışım. En az 40 çeşit yemek var. Pilav üstü kuru fasulye, islim kebabı, cacık, zeytinyağlı dolma… Açgözlülüğüm üzerimde, yiyebilsem daha da alacağım. Porsiyonlar bol kepçe, fiyatlar ucuz.
Ama bu yemeklere ulaşmak hiç de kolay olmadı. Allah bereket versin, bir kuyruk ki sormayın. İçerisi tıklım tıklım dolu. Her milletten insan var.
Yemekten sonra sohbet ederken öğreniyorum. Bu lokantada ramazan ayında her iftar vakti kim gelirse gelsin, bir ay boyunca yemekler ücretsiz dağıtılırmış. Ayrıca zaman zaman Cuma günleri namazdan çıkanlara da yemek dağıtılırmış. İçimden “Hay maşallah bizim çocuklara!” diyorum.
Sahibiyle tanışmak istiyorum. Duran Aktaş, Kırıkkale’den gelmiş buralara. 2000 yılında bu lokantayı açmış. Oğlu, “Bugün gelmez” diyor, “Yarın umreye gidecek, hazırlık yapıyor.”
Demleme ince belli bardakta lokantanın önünde çay içiyoruz. Bu arada sağa sola üç beş Türkçe kelimeyle laf atan bir yabancı dikkatimi çekiyor. Yanına oturup tanışıyorum. Enrico, Sicilyalı’ymış. On yıl önce İstanbul’da birkaç ay kalmış.
-Türkiye’yi sevdin mi?
-Müzik, yemek, İstanbul çok güzel, ben hayran, biz çok birbirimize benziyoruz.
-Nasıl yani?
-Sen de mafya, ben mafya…
-Yok Enrico, bizde artık mafya kalmadı.
-Ha ha ha, Tayyip onu da mı temizledi?
Şaşkınlıktan susuyorum. Sözün bittiği yer. Buna Sicilya’da Türk izleri diye yeni bir sayfa açmak lazım. Akşam Tuna nehrinde gemiyle dolaşırken aklımda Sicilyalının sözleri, hayran hayran etrafa bakıyorum. Işıl ışıl bir şehir, her yanı tarih kokuyor. Bu şehre Tuna’nın kraliçesi dedikleri kadar var. Yarın Budapeşte’de Gül Baba’ya gideceğim. Macarlar da gidiyormuş. Onlara da iyi geldiğini söylüyorlar.
(Buralara yolu düşen olursa Saray Lokantası’nın adresi [mademki hayırsever insanlar; reklam bedava], 1055 Budapest Szentlatvan krt. 13.)
Sicilyalı Enrico ile…