Türkiye ile Rusya arasında İdlib konusunda varılan ateşkes antlaşmasının, 9 yıllık savaş sürecini yakından takip eden herkesin kolaylıkla anlayacağı üzere uzun sürmesi mümkün görünmüyor. Her iki tarafın şu andaki mevcut konumunu koruduğu, Türk Ordusu‘nun bulunduğu mevzilerden geri çekilmediği, aynı zamanda Esed militanlarının da, zaten insansızlaşmış bölgelerdeki pozisyonunu devam ettirdiği bir protokole “kalıcı” bir çözüm değil, süreli bir “mola” demek daha doğru olacaktır.
Savaşın başından bu yana Esed rejimini hararetle savunup, TSK ezici bir harekat düzenlediğinde “savaşa hayır” diye slogan atan; Cumhurbaşkanımız kanı durdurmak için Rusya’yı ateşkese zorladığında ise “intikamımız alınmadı” diye tezvirat yapan kesimlere sözüm yok. Çünkü söz, insana söylenir. Bunların gözünde hunharca katledilen 1 milyon insan değersiz, milyonlarca muhacir ise “baş belası”dır.
Türkiye’nin devrimi sattığını iddia eden sözde İslami çevrelere ise hatırlatmak gerekir ki; Suriye devrimini ülkenin yüzde yetmişine hakim iken, hizip kavgaları, ganimet paylaşımları, alan hakimiyeti yüzünden İdlib’e sıkışmak zorunda bırakan muhalif yapıların kendileri bitirmiştir. Eğer TSK, 15 Temmuz saldırısının bertaraf edilmesinin üzerinden 1 ay geçmeden Suriye topraklarına girmemiş olsaydı, ne El Bab, ne Cerablus, ne Afrin ne de İdlib şu anda muhaliflerin elinde değildi.
NE KAZANDIK?
Türkiye, sahadaki gücü sayesinde İdlib’i büyük bir mezarlığa çevirmek için harekete geçen İranlı teröristleri ve Esed’in şebbihalarını durdurmaya başardı, büyük göç dalgasını engelledi. Zaten Bahar Kalkanı Harekâtı’nın temel hedefi de buydu.
Türkiye, İran’ın masadan ayrılmasını sağlayarak, tek muhatabın Rusya olduğunun altını çizdi. Bu aynı zamanda, Suriye’de bir devletin gerçekte var olmadığının da izharıdır. Esed’in geleceğinin BM’de belirleneceğine atıf yapılarak, nihai çözümün askeri değil, siyasi olduğu da vurgulanmış oldu.
NE YAPILMALI?
Rusya’nın bölgedeki varlığını gerekçelendirdiği HTŞ başta olmak üzere, bir kısmı Türkiye’ye de mesafeli olan yapılar lağvedilerek, tüm askeri yapılar Suriye Milli Ordusu‘na katılmalı; Türkiye düşmanlığı yapan marjinal gruplar ise tasfiye edilmelidir.
Suriye’de muhalifler arasında siyasi birlik sağlanarak, Türkmen siyasi lider Abdurrahman Mustafa önderliğindeki Suriye Geçici Hükümeti’nin etrafında kenetlenilmeli; tek hedefin diktatörlük rejimi olduğu, bünyelerinde hiçbir şekilde “küresel bir terör tehdidi” barındırmadıkları tüm muhalif kesimlerce vurgulanmalıdır.
Başta Suudi Arabistan olmak üzere, Körfez ülkeleri ve Batı’nın desteğini büyük ölçüde yitiren Suriyeli muhalif yapıların içine düştükleri bu darboğazdan kurtulmaları, aralarındaki ihtilafları bir kenara bırakıp, “tek bir” siyasi otorite etrafında kenetlenmeleriyle mümkündür.
Guta’da, Duma’da, Halep’te içine düştükleri ateş çemberinden Türkiye sayesinde kurtulan muhalifler, İdlib’i de yitirmek istemiyorlarsa, Milli Ordu’ya katılıp, meşru bir siyasi çizgiyi benimsemek zorundalar. Siyasi ve askeri birlik yoksa, zafer sadece bir hayal.