Gazetede köşe yazmak, bir zamanlar kıymeti harbiyesi olan bir ameliyeydi. Dünyanın birçok memleketinde olduğu gibi bizim matbuatta da kalem erbabına hürmet gösterilir teveccüh edilirdi. Osmanlı’da gazete ve dergi yayıncılığı başladığından beri günlük ve haftalık yayınlar, kitlelere ulaşma ve onları etkileme yöntemi olarak kullanıldı. Fikri, davası, söyleyecek sözü olan muharrirler; söylenen söze değer veren karilere meramlarını gazetedeki sütunlarından anlattılar. Bundan sebep gazetelerde yazı kaleme alan muharrirler, gerek kültür ve bilgisi gerekse hayattaki duruşu itibariyle, halk nazarında itibarlı şahsiyetler arasından tercih edilirdi. Neticede ortaya faydaya matuf, çok kıymetli yazılar çıkardı. Hatta bu yazılar daha sonra kitap halinde yayınlanacak kadar da zamandan bağımsız olurdu.
Radyo yayınları başladığında, matbuat üzerinde çok fazla olumsuz tesiri olmadı. Hatta bu iki iletişim vasıtası birbirini besledi. Lakin televizyonun hayata girmesi ile birlikte gazete ve dergi yayıncılığı bu durumdan menfi şekilde etkilendi. Toplum artık mesajı daha zahmetli gördüğü okumak üzerinden değil, zahmetsiz bir biçimde izleyerek almaya başladı. Haber kanallarının yayına başlamasıyla beraber, gazetenin yayınlanma amaçlarından ilki yani halka haber verme işi son buldu.
Artık gazeteler haberlere getirilen yorumlar ve köşede yayınlanan yazılar için alınır oldu. İnternet teknolojisi ve akıllı telefonlar; ilmek boynunda, iskemle üzerinde bekleyen gazeteciye kaçınılmaz tekmeyi vurdu. Artık insanlar, düşüncelerini genel olarak sanal âlemde sosyal medya üzerinden ifade ediyor ve mesajlarını dijital ve görsel vasıtalarla diğer insanlara iletiyorlar.
Peki hal böyleyken nasıl oluyor da hâlâ bu kadar çok gazete yayın hayatını sürdürüyor ve bu kadar çok köşede her gün yüzlerce kişi yazı yazıyor? Belki nostaljik bir bağlanma, belki alışkanlıklardan vazgeçememe, belki de boynundaki ilmekten kurtulmaya çalışırken verilen uğraş sebebiyle matbuatta bir canlılık olduğu ortadadır. Lakin bunun da çok uzun sürmeyeceğini söylemek kehanet olmayacaktır. İnternet medyacılığının geldiği nokta bunu haber veriyor zaten.
Gelinen aşamada matbuat gazeteciliği manşet atma ve reklam pastasından pay alma seviyesine inmiştir. Köşelerde çıkan yazılar ise kahir ekseriyetle rızkını yazarak çıkaran insanların belli aralıklarla yazmak zorunda kaldığı satırlardan ibarettir. Bu yüzden ya maaş aldığı patronunun ali menfaatleri için kalemşorluk yapmak ya da kendisinin bile dönüp tekrar okumaktan sıkıldığı mevzularda kalem oynatmak durumundadır. Her gün ya da iki günde bir yazı yazmak zorunda olan cümle muharrir güruhunun yazıları takip edildiğinde kastettiğim mevzu netlik kazanacaktır.
Okuyucu kitlesi ise büyük bir taassup ile bu yazarları takip etmekte. Muarızına en sofistike ya da en ağır şekilde hakaret eden muharrirlerin yazıları en çok tıklananlar listesinde ilk sıralarda yerini almaktadır. Köşe yazısı kaleme alan kişinin hakikatle ya da ideal olanla ilgili bir kaygısı olmadığından, her gün yüzeysel ve değersiz yüzlerce köşe yazısı gündemi fuzuli meşgul etmektedir. Birilerinin hedef gösterildiği, birilerine hakaretler edildiği, birilerinin reklamının yapıldığı yazı yığınları arasında elle tutulur birkaç köşe yazısı bulup istifade etmek neredeyse imkânsız hale geldi.
Akşam ana haber bülteninde izlediğiniz olayı gazete köşesinden tekrar okumak, bilmem kaç kamera ile takip edilen maçın pozisyonlarını yazardan tekrar dinlemek, sosyal medyada on binlerce yorum yapılmış mevzuyu bir de muharririn yorumuyla görmek, pek akıllıca olmasa gerek.
Dostlar, bir zamanlar bu memlekette yazı yazmanın ve yazarlığın bir kıymeti harbiyesi vardı. Lakin istisnaları saymazsak eğer bugün bu kıymet kalmadı. Bu sebeple köşe yazanlar ve yazdıkları, gereğinden fazla dikkate alınıyormuş gibi bir hava vermeye lüzum yok.
Senin bu satırları okuyor, benim ise yazıyor olmam sadece imkânlara ulaşma meselesi. Bunun ötesine geçildiğini hissettiysen yazının sonunda, işte o zaman elinde tuttuğun bu yazı bir “köşe yazısı” hüviyetine kavuşmuştur…