Geçmişine artık dikiz aynasından bakan ve ondan hızla kaçan bir nesil, bizi nelerden mahrum bıraktı?
İşte bu temel sorunun ardına düştüğünüzde yolunuz mutlaka Prof. Dr. Fuat Sezgin ile kesişir.
Onun yeniden hatırlattıklarıyla, başımıza ahlakçı kesilen asilere çok okkalı cevaplar verebiliriz.
Bizi hep, “kim daha ahlaklı” sorusuyla oyalamaya çalışan asilerin bu çabalarını boşa çıkarmak için de geçmişimizi çok iyi hatırlamaya ihtiyacımız var.
İnançlarımıza, tarihimize ve neredeyse bütün değerlerimize karşı asi olmayı seçmiş bir güruhun, icatçı karakterinin ürünü olan tarih ve gelenek tasavvurunun bizi nerelere taşıdığını çok iyi bilmek gerekiyor.
Tarihi karşısında bu kadar küçük düşürülmüş kaç tane millet vardır?
“Bu millet, geçmişte başardığını bugün neden başaramasın?” sorusunu sormak için bile, geçmişte neler yaptığının çok iyi hatırlanması gerekir.
Bugün bile kendisinin yapabildiğine inanmayan, yapanları da aşağılayıp şahsiyet terörü uygulayan kitleye geçmişi sürekli hatırlatmak gerekiyor.
Müslüman insana ait gevşemeyi kullanarak İslam’ı aşağılamayı hedef edinen bu asilere; “Peki, o İslam ile bugünkü İslam arasında ne fark var?” sorusunu da sorarak tabii…
Birkaç hatırlatma ile dahi ne denli büyük bir maziye dayandığımızı anlamak mümkün.
Sadece sosyal ve tarih alanında değil, doğa bilimleri ve teknoloji alanında da her çalışmanın miladını Batı’ya dayandıran bu kendi tarihine asi anlayışın unutturduklarını hatırlamak, büyük bir dirilişe vesile olmaya yeter.
Mesela, “Optiğin Babası” İbnü’l-Heysem’in, “karanlık oda deneyi” olmasaydı acaba modern fotoğrafçılığın ve kameranın tarihi nasıl ilerlerdi ya da ne kadar gecikirdi?
16. yüzyıla kadar kitabı Batı üniversitelerinde ders olarak okutulan ve cebir ilminin kurucusu Hârizmî’yi devreden çıkardığınızda matematik tarihi ne olurdu?
Ya da Bûzcânî olmasaydı trigonometri nasıl bir yol izlerdi?
Newton’dan 700 yıl önce yer çekimi kuramı üzerine ilk fikirleri söyleyen ve 180 eser veren Bîrûnî’nin bilim dünyasına kattıklarından ne kadar haberdarız bugün?
GPS ya da navigasyonun atası olan usturlabın mucidi, Müslüman bilim kadını Meryem el-İcliyye’yi Batı bile kabul ederken biz nasıl unuttuk?
Wright Kardeşlerden tam bin 23 yıl önce kanatlı bir cihaz yaparak uçan ve NASA’nın aydaki bir kratere adını verdiği Abbas b. Firnâs’ı kaçımız biliyoruz?
Batı’nın bile gravürlerinde Hipokrat’ın önüne koyup “Tabiplerin hükümdarı” yaptığı İbn Sînâ’yı yeniden hatırlayalı kaç yıl oldu?
Ya da cerrahinin atası Zehrâvî’yi kaç kişi biliyor?
Mikrobu ilk bulan kişi olarak Pasteur’ü sayarken ondan yaklaşık 400 yıl önce, hastalıkların görülemeyecek kadar küçük canlı tohumlar sayesinde yayıldığını söyleyen, Fatih’in de hocası, Akşemseddin Hazretlerini bu zeminde hiç hatırlıyor muyuz?
Otomatik cihazların atalarının mucidi el-Cezerî’yi yeteri kadar anlatabildik mi?
Bugün birçok ünvanını -rektör, dekan- Batı üniversitelerinden alan ve ilk üniversite olarak Bologna’yı ve onun taklidi olan Oxford ve Cambridge’i kabul eden bizler, Bologna’dan 229 yıl önce Fatıma el-Fihrî tarafından kurulan el-Karaviyyûn üniversitesini biliyor muyuz?
“0” rakamının Batılı öğrenciler tarafından burada öğrenilip götürüldüğünü, İbn Haldun, İbn Arabi yanında Yahudi felsefeci İbn Meymûn, Papa II. Silvester gibi isimlerin buradan mezun olduğunu hiç hatırlıyor muyuz?
ABD İç Savaşı’na yeni kurallar getirmek isteyen Colbert’in himayesinde yazılan, “Kara Kanun” gibi tarihsel kesitlere yeni anlamlar bindiren bizdeki asiler, farazi bir ahlakın da merceğinden bakarak Batı karşısında köle olmamızda bir mahsur da görmediler.
Mecelle 18, “Bir iş ve eylemde darlık olursa bunu genişlik takip eder.” diyor.
Uzun bir fetret döneminin ardından erdem sinyallerini güçlü bir şekilde veren Teknofest kuşağı da o genişlemenin başladığını gösteriyor inş’Allah’…
Batı hazcılığı ile “mutlu yurttaş imalatı” yapmaya çalışan devşirmelerin tahtı çok fena sallanıyor artık…
Bunun için ise sadece yeniden başarabileceğimize inanmak yeterli…
Bunun için asilerle girişeceğimiz hiçbir ahlaki tartışmamız olamaz…
Zira ahlaksızlardan öğreneceğimiz bir ahlak da olamaz…