Bütün bunlar bir plan dahilinde kasten yapılan soykırımdır. Peki bu durumda biz ne yapabiliriz?
Önce kendi hükümetimizi ve dünyayı gerçekten bir “çözüm” istediğimize ikna etmemiz gerekiyor. Dünyayı ikna edersek, yani gerçekten bu sorunun çözülmesini isteğimizi ifade edersek kısa zamanda çözülür. Medyada gördüğümüz o işkence ve katliam görüntülerine “Üzülmüyoruz, numara yapıyoruz, riyakârız” demiyorum. Tabii ki üzülüyoruz, gerçekten çok üzülüyoruz. Ama üzülmemiz, çözüm istediğimiz anlamına gelmiyor.
Önce sistemi anlayalım. Dünyada işler şöyle dönüyor. Sistem, üç merhaleden oluşur ve “Samimiyetin gücü” denilir. Devletler ancak samimiyetin gücü karşısında ikna olurlar, savaşlar “Samimiyetin gücü” üzerinden kaybedilir ya da kazanılır.
Birinci merhale: Bu çağda hiçbir “seçilmiş” hükümet halkından bağımsız, halkın çoğunluğunun talep etmediği bir aksiyona girişemez. İktidarlar karar veriyor gibi görünebilir ama bu kararların ana hatları ve sınırları aslında çoğunluk tarafından belirlenmiştir ve güncellenerek belirlenmeye devam eder. İktidarlar çoğunluğun talep etmediği ya da hoşuna gitmeyecek faaliyet gerçekleştirmezler; çünkü ısrar ederlerse iktidarda kalamazlar. O yüzden iktidarlardan ahlaki olarak doğru olanı, dini olarak helal olanı yapmaları değil çoğunluğun istediği şeyleri yapmaları beklenir. (Bu çağın siyaset sisteminin kendi içindeki bu çelişkileri ayrı bir felsefesi tartışama…) İktidar halkı hoşnut etmek ya da liderlik karizmasıyla çoğunluğu hakikate ikna etmek zorundadır. Aksi takdirde en parlak hükümetler bile ilk seçimde eski hükümet olurlar. O halde ilk soruyu soralım: Türkiye halkı (çoğunluk) Myanmar konusunda hükümetinden bir şey talep ediyor mu?
İçinizden cevap verin ve devam edelim.
İkinci merhale: Düşman ya da daha hafif söylenişiyle rakip ülkenin bir devlet yetkilisi size bir şey söylediğinde ilk olarak o ülkenin kamuoyunun “söylenenin” arkasında olup olmadığına bakılır ve ona göre ciddiye alınır ya da “kuru gürültü” olarak diplomasinin tozlu arşivlerine kaydedilir. “Birlik” denilen büyük güç buradadır işte. Halk hükümetinin arkasında duruyorsa o hükümet güçlüdür ve sözü geçer. Tam da bu sebeple yabancı devletler, rakip ya da düşman ülkelerdeki toplumsal fay hatlarını çok severler ve gizli ya da açık olarak desteklerler. Bu yüzden din, mezhep, ırk, ideoloji ya da aklınıza gelebilecek alternatif aidiyetler dış politika pazarlıklarında besleyici damarlardır. Mesela siz masaya doğalgaz için oturursunuz ama masada önünüze bu toplumsal faylar ve o fayların içindeki çatışma, bölünme potansiyeli getirilir ve bunlarla tehdit edilirsiniz. O yüzden her devlet başka bir devletin içindeki bu fay hatlarını, “Farklılığı destekliyoruz, çoklu kültür, azınlık hakları vs…” gibi siyasi taktiklerle desteklerler. Desteklerler, çünkü pazarlıklar sırasında karşı devleti tehdit etmek için kullanacakları potansiyel, çatışma, ayrışma ve bölünme enerjileri diri tutmak isterler. Bu sebeple İslam sosyolojisinde ideal toplum tarif edilirken; “İslam fikirde birlik aramaz itikatta birlik arar” diye tarif edilir. İslam’ın ideal toplum yapısında farklı fikirler ve hürriyet vardır ama aynı zamanda itikatta sağlanmış birlik sayesinde şeytanın arasına sızabileceği ayrılıklar ortadan kaldırılmıştır.
Diplomatik bir toplantıda Türkiye adına konuşan bir yetkili taleplerini sıraladığında karşı taraf şöyle cevap verir: “İstekleriniz makul ama Türkiye halkı gerçekten bunu istiyor mu acaba? Malum Türkiye birlik halinde değil, Kemalistler, İslamcılar, Fetullahçılar, Aleviler, Kürtler, Türkler, sermaye gibi toplumsal katmanlarınız var ve biz hükümetinize saygı duyuyoruz ama bu katmanlara da saygı duyuyor onların da görüşlerini dikkate alıyoruz.” İşte toplantıyı bitiren cevap ve Türkiye kaybetti. Hani “Birlikten kuvvet doğar” derler ya, hah işte doğan kuvvet buydu. Yabancı devletler bilmeli ki biz fikirleri farklı olabilen ama itikatta birlik halinde bir ülkeyiz. 15 Temmuz bu yüzden önemliydi. Avrupa halklarının çoğunluğu itikatta birlik halindedir mesela. Liberal, demokrat, muhafazakâr, ırkçı, faşist, sosyalist, Katolik, Protestan, Ortodoks, hedonist vs. aklınıza ne gelirse bütün ayrılıkları bir yere kadardır. Ama dünya tahayyülünde itikatları birdir. O yüzden onlarda koalisyonlar başarılıdır bizde ise ölümcül krizler demektir.
Şimdi bu durumda bir pazarlık masasında Türkiye’yi temsil eden diplomat, başbakan, cumhurbaşkanı istediği kadar anlatsın; ne anlatırsa anlatsın konuştukları arkasındaki birlik kadar etkilidir. Çünkü iktidarları uluslararası ilişkilerde güçlü yapan ordular değil arkasındaki halkın birliğidir. Birlik dağıldıysa o ülke her masada güçsüzdür.
Üçüncü merhale: Bedel ödemeye hazır olmak. Hükümet, Arakan ile ilgili tavır koymaya kalkarsa bu tavır sadece Myanmar’a karşı olmayacaktır. Görünürde Hindistan ama aslında İngiltere’ye tavır konulacaktır. Sadece İngiltere olsa iyi. Çin’e de tavır konulacaktır, Hindistan’a da… Şimdi Arakan’da yaşanan katliam için hani o göğsümüzü sıkıştıran, tweet attığımız ve dualar ettiğimiz katliam için Hindistan’a, Çin’e, İngiltere’ye yaptırımlar uygulamalı ve Myanmar hükümetini tehdit etmeliyiz. Mesela oradaki şehitliğimizi korumaya gitmeliyiz diyelim. Zamanında işgalci İngilizler Irak’taki Türk askerlerini Myanmar’a götürüp orada kurşuna dizmişlerdi. O askerimizin şehitliği hâlâ orada duruyor ve tehlike altında mesela. Bu durumda önümüzdeki hafta işler ciddi karışabilir ve uzun yıllar sürecek başta ekonomik olmak üzere birçok sahada bedeller ödeyebiliriz. Hazır mıyız bedel ödemeye? O çok beğendiniz ve arada sırada indirim kampanyalarına baktığımız arabadan, evden, telefondan, kızın nişanından falan hep feragat etmemiz gereken bir döneme giriyoruz yani. Kabul mü?
Biraz önce üç merhaleden oluşan basit bir samimiyet testi yaptık hep birlikte.
Sizce sonuç ne çıktı?
Bence de öyle…
O halde elimizde (şimdilik) samimiyetin gücü yoksa onu kazanmak için şöyle mücadele etmeliyiz.
Birincisi: Myanmar neresi, Budist katiller kim, niye öldürüyorlar, ne zamandan beri öldürüyorlar, biz niye müdahale etmeliyiz, Fransızlar Cezayir’de milyonlarca Müslüman’ı öldürürken sessiz kalarak bu dünyada ne kaybettik, ahirette ne kaybettik, Amerika ve İngiltere, Irak’ta bir buçuk milyon Müslüman’ı öldürüp işkence ederken sessiz kalarak bu dünyada ne kaybettik, ahirette ne kaybettik, biz kimiz, Myanmarlılar kim, “Milleti İbrahim ümmeti Muhammed” ne demek…
İkincisi: “Sıra ne zaman bize gelecek?” Putin, Trump, Hamaney, İngilizler’in ve sömürgelerinin Kraliçesi, Merkel, Kral Selman ya da Netanyahu bize daha beterini yapmak için hangi fırsatları kolluyorlar? Ellerine fırsat geçse niye bize daha beterini yaparlar?
Üçüncüsü: Batı’nın vicdanına sığınma ve balinalarla kıyaslama hatasından vazgeçmeliyiz.
Arakanlı ya da Suriyeli bir mazlumun resmiyle balina resmini yan yana koyarak yaptığımız kıyasla ne murad ediyoruz?
Batı’nın ne kadar ikiyüzlü olduğunu ifade ediyoruz. Eeee? Kendi siyasi görüşlerimizi ve ideolojimizi savunmak için mazlumları istismar ettik yani.
Bu sayede bir Batılı’nın merhamet edip bize katılacağını umut ediyoruz? Yani katilinin vicdanına sığınan gafil Müslümanlarız.
Bu ikisi de hem gereksiz hem ahmakça hem de zararlıdır…
Dördüncüsü: Arakan konusunda çalışan STK’ların etrafına toplanmalıyız. Ömrünü oralara dokunmak, oralara yardım götürmek, oraları anlayıp bize anlatmaya adamış insanların etrafına toplanmalıyız.
Ve son olarak bol bol dua etmeliyiz. Bu dünya değişecekse eğer; samimiyet ve ihlasla değişecek…