İbadet boyun eğmek olunca, O’nun yasakları da gelecektir akla. O “yapma” deyince yapmayacaktır kul. Emredilir; içki içme, kumar oynama, zina yapma, gıybet etme ve daha niceleri… Bunun için kulun, kulluk yönü değerlendirilirken yapılması istenen ve yapılması istenmeyen her şeyle düşünülmelidir.

İbadet, hayatın anlamı ve gâyesi, inancın meyvesi…

İbadet, nîmetlerin şükrü, âcizliğin ifadesi…

İbadet, kulun Rabbiyle olan münâsebeti…

İbadet, Allah’a kul olmak, O’na kul olmanın şuurunda olabilmektir.

İbadet,  Yaratıcıya boyun eğmek, O’nun verdiği onca nîmete şükür makamında bulunabilmektir.

Kimi zaman bir duadır, kimi zaman Allah’ı (c.c.) hatırlamaktır ibadet.

İbadet sözlükte; boyun eğmek, itaat etmek, kullukta bulunmak anlamlarına gelir. Tapmak veya tapınmak kelimeleri, ibadeti tam olarak karşılayamaz.

Terim olarak ise en geniş manâsıyla; yaratılış gâyesine yönelik yapılan, Kur’an-ı Kerîm ve Hadis-i Şeriflerde ifadesini bulan bütün tavırlardır. (Dereli, M. Vehbi, Açıklamalı Namaz Hocası ve İlmihal Bilgileri, s. 15, Konya, 2002.)

Tarif çok geniş bir sahayı kapsamaktadır. Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i Şeriflerde tarifini bulan ‘kulluk’ manasının tümünü. Bu ise kişinin hayatının bütün safhalarını Allah’ın emrine, O’nun rızasına uygun olarak yaşamayı getirecektir. İbadeti böyle geniş anlamıyla düşünmeyecek olursak mutlaka yanlışlar içerisine gireceğiz demektir.

Âyet-i kerimelere baktığımız zaman emredilen her şeyin genel manâdaki kulluk içerisine girdiğini görürüz. O’nun tek ilâh oluşu, emredici olup ortağı olmayışı da zikredilerek kullar ibadete yani kulluğa davet edilir:

O, göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbidir. Öyleyse O’na ibadette sabırlı ol. Hiç O’na benzeyen bir şey bilir misin?” (19 Meryem 65)

Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk ediniz ki, O’na karşı gelmekten korunmuş olabilesiniz.” (2 Bakara 21. Daha geniş bilgi için bkz. 39 Zümer 2; 40 Mü’min 14, 60)

İbadetin anlam ve önemi

 

İbadetin yukarıda anlatmaya çalıştığımız anlamını daha açık bir ifadeyle ortaya koymaya çalışacak olursak; kulluk namına yaptığımız her şey aklımıza gelecektir. Örneğin, ibadeti en özgün ve özlü ifadesiyle şekillendiren Namaz,

Nefsin cimrilik hissiyatını kırıp Allah’a tevekkül ve O’ndan istemeyi ön plana çıkaran Zekât,

Azgınlığı suskunluğa, şehveti ve hırsı kırarak onları ancak meşruluğa ulaştıran Oruç,

İnsanın hiçliğini hatırlatan; doğum, ölüm, diriliş ve hesabı düşündüren, sonra da kendini bulduran Hac…

İşte her birinde rızanın en yüksek makamları bulunan ibadetlerimiz… Sonra daha niceleri! O’nun için iyilik, O’nun için sadakat, O’nun için sevgi, O’nun için buğz, O’nun için gülme ve gülümseme, kucaklama ve musafaha… Sonra daha da niceleri… Kulluğun güzel cilveleri… Dostla dostluk kurmanın güzellikleri… Gönül açıcı, yüz aydınlatıcı, secde izleriyle donatıcı bambaşka ışıltılar… Bir gökkuşağı ifadesinde hasret gideren, onca aşk ve muhabbet cıvıltıları haykıran gönül huzmeleridir ibadetlerimiz. Hep O’nun için, hep O’nun adına.

İbadet boyun eğmek olunca, O’nun yasakları da gelecektir akla. O “yapma” deyince yapmayacaktır kul. “Âbid” olmak, yani çok ibadet eden olmak da buradan geçmektedir. Emredilir; içki içme, kumar oynama, zina yapma, gıybet etme ve daha niceleri. Abidin bunlarla işi yoktur. İşte bütün bunlardan kaçmak da ibadetin anlamına girmektedir. Bunun için kulun, kulluk yönü değerlendirilirken yapılması istenen ve yapılması istenmeyen her şeyle düşünülmelidir.

Yaratıcı-kul arasında böylesine bir ilişkinin önemi olmaz mı? O halde şu âyet-i kerimeye kulak verelim:

 “Bizim sizi boşuna yarattığımızı ve bize geri döndürülmeyeceğinizi mi sandınız? (23 Mü’minûn 115)

Demek ki insanın yaratılışı boşuna bir hâdise değil. Yaratılışın bir gâyesi var. Bu dünyadaki yolculukların sonuncusu ve ebedî olanı da Allah’a kavuşma olacaktır.

Şimdi şunu düşünelim: Boşuna yaratılmamış olan varlıklar sadece insanlarla cinler midir?

Bu soruya da Kur’an-ı Kerîm’den cevap arıyoruz:

“Biz, gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri oyun olsun diye yaratmadık. Her ikisini de ancak hak ile yarattık. Fakat onların çoğu bilmiyorlar.” (44 Duhân 38-39)

Canlı-cansız tüm varlıklar, insanın yararına sunulmuştur:

“Yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yaratan O’dur…” (2 Bakara 29)

Dünyadaki her şeyin bir gâye etrafında var edildiğini ifade eden Allah (c.c.), insanın dünyada bulunuşunun hikmetini de açıklar:

“Hanginizin daha güzel amel sahibi olduğunu denemek için ölümü ve hayatı yaratan O’dur…” (67 Mülk 2)

İnsanın yeryüzündeki konumu diğer yaratıklardan farklıdır. Onun yaratılışı apayrıdır: “Biz, insanı en güzel şekilde yarattık.” (95 Tîn 4)

İnsana sayamayacağı kadar çok nîmet verilmiştir. Ayrıca o bütün bunlardan sorguya çekilecek, sahip olduklarından hesaba tâbî tutulacaktır. İşte buna dair âyet-i kerîmeler:

“İstediğiniz her şeyi size veren O Allah’tır. Allah’ın nîmetlerini sayacak olursanız, onları sayamazsınız. Buna rağmen insan, nefsine karşı çok zalimdir ve nankördür.” (14 İbrahim 34)

 

“Sonra da nîmetlerden sorulacaksınız.” (102 Tekâsür 8)

 

“Yeryüzünde bulunan her şey fânîdir. Ancak celâl ve ikram sahibi Rabbinin vechi bâkîdir. O halde şimdi Rabbinizin hangi nîmetlerini yalanlayabilirsiniz?” (55 Rahman 26-28)

“Ey cin ve insan topluluğu! Hesabınızı görmek için yakında size yöneleceğiz.” (55 Rahman 31)

Mademki insan, diğer varlıklar gibi ölümlü; o halde dünya hayatını, Rabbinin istediği şekilde değerlendirmelidir. Bir gün yaptıklarının hesabını vereceğini düşünmeli ve yaratılış gâyesine uygun yaşamalıdır. Zîra:

“Ben, cinleri ve insanları ancak Bana ibadet etsinler diye yarattım,” (51 Zâriyât 56) buyurulmaktadır.

İşte ibadet bunun için gerekli, aynı zamanda da sürekli olmalı… Rabbimiz bu gerçeği şöyle vurguluyor:

“Ve sana ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet et!” (15 Hicr 99)

Bizlerin bütün bu çağrılara vereceği karşılık ise çok açık ve kesin:

“Rabbimiz! Sen bunları boşuna yaratmadın. Seni noksanlıklardan tenzîh ederiz. Bu sebeple bizi cehennem azabından koru!” (3 Âl-i İmran 191)

 

“Ancak Sana ibadet eder ve yalnız Sen’den yardım dileriz.” (1 Fatiha 4)

 

Bütün bu gerçeklerden sonra şöyle diyebiliriz; nasıl ki “bütün kitaplar bir kitabın anlaşılması için” ise o zaman, bütün gayret ve çalışmaların maksadı da insanlığın Allah’a ibadetini sağlamak olmalıdır. Zaten peygamberlerin ve kitapların gönderilişi de bu maksada binâen değil midir? İnsanlık tarihi boyunca devam eden bu gayret, bu çaba ve bu tebliğ işte hep bu manayı çağrıştırmaktadır…