Dünya, nihai hedefi BOP olan, (asıl amaç İsrail’in Ortadoğu’daki hâkimiyetini tesis etmek) fiili olarak “Arap baharı” ile başladığına inandığım bir dönüşümün, tasarımın arifesinde. Artık herkes kartlarını açık oynuyor. Yeni güç merkezleri ihdas ediliyor. Sınırlar, sınıflar dizayn ediliyor. Yeni dengeler, denklemler kuruluyor. Dünyada böyle bir değişim yaşanırken, Türkiye’nin mevcut darbe ürünü Anayasa ve kaplumbağa kılıklı sistemle devam edip bu gelişmelere bigâne kalması düşünülemez. Türkiye, pratik, hantal bürokratik yapıdan kurtulan, güçlü liderlik özelliklerine haiz yeni bir sistem ile ancak bölgesel ve küresel rolünü oynayabilir. “Yurtta sulh, cihanda sulh”ü, “Yurtta sus, cihanda sus” olarak algılayan bir anlayışla, yeni dünya düzeninde iş görülmez.

Dünyada bu gelişmeler yaşanırken, Türkiye içerisinde de değişimlerin olduğu, bazı güçler tarafından Anadolu’suz bir entegsasyon sağlanmaya çalışıldığı aşikâr. Barış sürecinde Devletin uzattığı samimi kardeşlik eline rağmen, elini yumruk yapan HDP’nin politikaları, bu değişimin, Anadolu’suz entegrasyonun rotasını çizdi diyebiliriz. HDP siyasetinin ana eksenini teşkil eden ve onu akıl tutulmasına sevk eden “Devrimci halk savaşı” söylemleri, hendekistan eylemleri, “seni başkan yaptırmayacağız” politikalarından hiçbiri özgün olarak HDP’ye ait değildi. Bu politikaların şefi AB(D), mutfağı ise ayrılıkçı Türk solu idi. Ortaya konan çözüm iradesine rağmen, silah ve şiddet yolunu meşrulaştırmayı seçen HDP, verilen taşeronluk görevini ifa etti. “Yeni Türkiye” adı altında adil bir gelecek için çabalar sarf eden iktidarın yanında yer almak yerine, “Yeni Dünya” formülasyonu ile tasarlanan, emperyal çetenin ihtiraslarının yoldaşı olmayı tercih etti. Devlet, HDP’nin bu tutumu üzerine, egemenlik hukukunun gereği şiddet ve terörün legalize edilmesine müsaade etmedi, bugüne kadar yaşananlar hâsıl oldu.

Geldiğimiz noktada, yapılan Anayasa değişikliği ve Cumhur-Başkanlık sitemi ile orta vadede bir siyasi sirkülasyon yaşanacağını düşünüyorum. Ortaya çıkan yeni tabloya bakarsak “ikili parti sistemi”ne dönüşüm olacağını görüyorum. MHP’nin, AK Parti ile hareket edip Cumhur-Başkanlık ve anayasa değişimine destek vermesi, (Bilinmelidir ki ilk dört madde tabusuyla 2023 menziline ulaşmak bir hayli meşakkatli olacaktır. Bu 4 madde Allah’ın ayeti değil ve kutsanmış bir metin gibi sahiplenilmesi anlaşılır değildir.) CHP’de milliyetçilik soslu ulusalcılığı tetikleyeceği kanısındayım. MHP’nin, “milliyetçilik” misyonunun ikamesi olarak da tahkim edilmek istenen bu fikir, Tayyibofobia’dan dolayı MHP’den kaçan kesimi kazanmanın peşinde. Zamanla saflar netleşecek; MHP’nin menfi unsurları CHP’ye, müsbet “milliyetçi”leri AK Parti’ye; CHP’nin müspet “demokrat”ları AK Parti’ye, AK Parti’nin çürükleri CHP’ye… Böylece herkes kendi asli pozisyonuna geçecek ve ikili parti sistemi tahkim edilmiş olacak.

CHP’nin, mevcut haliyle HDP’yi ilhak etmesi, CHP’nin bir kısım ulusalcı / Kemalist tabanını rahatsız edeceğinden, CHP bunu göze alamaz. Bu riski ortadan kaldırmak için HDP’nin farklı bir maske takıp makyajlanarak (HDP’nin genetiğinin icabı) CHP’nin yanında konumlanacağı fikrindeyim.

Bu arada CHP, her seçimde milletten yediği tokat ve tattığı mağlubiyetlere rağmen milletin hakemliğini (referandum) kabul etmiyor, mahkemelerin hükmüne itibar etmek istiyor. Millet iradesinin temsil makamı olan Meclis’ten onay alan ve asil olan millete bizzat sunulacak olan Anayasa değişikliği ve Cumhur-Başkanlık sistemini Anayasa mahkemesine götüreceğini ifade etmiş.

Bu, anlaşılır bir durum zira 15 Temmuz’da sokaklarda, meydanlarda, alanlarda memleket bekası telaşında olanlar (EVET) bir safta; alışveriş, akaryakıt ve ATM kuyruklarında kişisel beka telaşında olanlar (HAYIR) bir saftalar!