Anne, insan hayatının en değerli varlığıdır. Güvenilecek tek dayanaktır. Tüm kültürlerde, medeniyetlerde ve toplumlarda Anne, karşılıksız şefkatin, merhametin ve sevginin merkezidir, kaynağıdır.

Her Mayıs ayının ikinci pazarı, Türkiye’de ve dünyanın bazı ülkelerinde “Anneler Günü” olarak kutlanmaktadır. Ülkelerin bir kısmında da yılın neredeyse her ayına yayılan günlerde Anneler günü kutlaması yapılmaktadır. Senede bir defa, Anneleri onore etmeyi hedefleyen bu kutlama, Hıristiyan kültürünün ve yaşamının içinden çıkmıştır. 1600’lerde İngiltere’de “Anneler Pazarı” olarak kutlanmaya başlanmış; zaman içinde bir kilise festivali olarak gelişmiş ve “Annelerin Pazarı” olarak kutlanmaya devam edilmiştir. 1914 yılında ABD Başkanı Wilson’un resmi açıklamasıyla da, bu tarihten itibaren bu ülkede kutlanmaya başlanmış ve buradan da dünyaya yayılmıştır.

Türkiye’de Anneler Günü ilk defa, Amerika ile yakın ilişkilerin kurulduğu DP iktidarı döneminde, 9 Mayıs 1955 yılında kutlanmış ve bu tarihten itibaren de her yıl Mayıs ayının ikinci pazarı Anneler günü olarak kutlanmaya devam etmektedir.

Anneler gününün, Batı menşeli olması ve buradan dünyaya yayılması, Batı kültürünün Annelere ve doğal olarak da kadınlara daha çok değer verdiği anlamına gelmez. Bu durum, batı ve doğu toplumlarının sosyal ve kültürel yaşamlarının bir yansıması olarak gelişmiştir.       Türk kültüründe Anne ve Baba, çekirdek ailenin merkezidir. Anne ve Baba, hayata veda edinceye kadar çocukları onlara bakmakla yükümlüdür. Gerek Orta Asya Türk kültürü ve gerekse İslami dönemden sonraki yaşam biçiminde, Anne-Babaya itaati sağlayan ve teşvik eden söylemler çoktur. Ana, yılın belli zamanlarında hatırlanan bir kişi değil, daima hatırı sorulan, ihtiyaçları giderilen, dini ve milli günlerde elleri öpülen kimsedir. Necip Fazıl’ın “Anneye mektupta” dediği gibi gurbette özlenendir:

Ben bu gurbet ile düştüm düşeli,

Her gün biraz daha süzülmekteyim.

Her gece, içinde mermer döşeli,

Bir soğuk yatakta büzülmekteyim.

“Cennet Anaların ayakları altındadır” sözü İslam kültürünün anaya ve kadına verdiği değeri ortaya koyar. Aileden ayrıldığımızda aklımıza sürekli gelen analarımızdır. Sıkıntıya düştüğümüzde, hastalığa düçar olduğumuzda “anaam” “ahhh anamm” ifadeleri ağızlarımızdan hiç düşmeyen kelimelerdir. Uzak diyarlardan mektuplar yazarken, ananın şefkat dolu sözleri hatırlandığında gözlerden damlacıklar akar. Aşık Veysel’in söylediği gibi o her zaman şefkat abidesidir:

Ben yürürdüm Anam bakar gülerdi

Huysuzluk edersem kalkar döverdi

Hemen kucaklayıp okşar severdi

Çirkin huylarımı soyuttu Anam

Bebek iken de, hayatın sonraki aşamalarında da evlat, anne için her zaman bir çocuktur. Anne, evlada kanatlarını geren ve daima onu koruyan melektir. Ömür boyu vatan hasreti çeken şair Nazım Hikmet, şiirlerinde Anne’nin değerini güzel anlatmıştır:

Sen bir avuç bebektin

Kimdi süt veren sana,

Hastalandın ölecektin

Kim kanat gerdi sana?

Senin minik başını

Avuçlarına alıp

Gece uykusuz kalıp

Kucağında kim salladı

Ağladın, seninle kim ağladı

Annen!

Eğer hayatta ise annenizin değerini bilin, kırmayın ve ailenin dışına atmayın. Aynı ortamdaysanız her gün onu mutlaka görün, hatırını sorun, sohbet edin. Aynı ortamda değilseniz, her gün mutlaka normal veya görüntülü olarak onu arayın, halini sorun. Fakat asla kırmayın. Bu vesile ile 2007 yılında kaybettiğim on evlat sahibi olan rahmetli anama, Allah’tan rahmet diliyorum.

Tüm annelerin “Anneler Günü’nü” kutluyorum.