Siz münferit bir olay mı sandınız, Amerikan bombalarıyla yok edilen üç bin yıllık yurdunu, üç kuruş kazanmak için terk eden Afgan gencine yapılanları? İki sarhoşun, zevk için adam kaçırıp, keyf için işkence yaptığını mı sandınız?
Ali Şir Nevai’nin, Fahreddin Razi’nin, Molla Camii’nin yurdunu kim terk ederdi, bu görülmemiş katliam yaşanmasaydı Herat’ta, Kandahar’da. Firdevsi’nin Şehnamesi’ni sunduğu Sultan Mahmut’un Gazne’sine kim sırtını döner de, en ağır işlerde çalışıp, en izbe yerlerde gecelerdi?
O, kemerini belinden çıkarıp garibanın sırtına, yüzüne indiren; çirkef kokan ağzıyla küfürler yağdıran necasete iyi bakın: “Altı ok, diyeceksin. CHP, diyeceksin. Kılıçdaroğlu benim, diyeceksin” diye böğüren o ses ne kadar tanıdık oysa.
O, gücü eline geçirdiğinde canavarlaşan sesi, biz kapatılan satılan camilerimizden tanıyoruz. Dile kolay tam 2 bin 500 camii. Yasaklanan ezanlardan, hor görülen, aşağılanan Anadolu insanından biliyoruz. Mamak Zindanı’ndan tanıyoruz.
O elinde tuttuğu kemer, sadece Afgan gencin sırtına mı indi? Hayır. Ne zaman fırsatını bulsalar, ne zaman Afganistan’ı papatya biçen bombalarla dümdüz eden efendileri icazet verse kendilerine, hemen çöreklendiler milletin tepesine. Bir zebani gibi atıldılar üstümüze: 1960’da, 80’de, 97’de.
1937’de partilerinin kongresinde aldıkları kararla, sanki babalarının malıymış gibi koydular Altı oku anayasaya. Şimdi, o altı oklarından geriye bir şey kalmadı ellerinde. “Milliyetçiliği” yeni yoldaşları PKK’ya hediye ettiler. Dünyanın en köhne zihniyeti, en arkaik kafasına sahip olduklarından “devrimciliği” hiç tatmadılar zaten. “Laikliğin” ne olduğuna kendileri dahi karar veremedi; 90 yıldır lastik gibi çekiştirip, zulümlerine kılıf yaptılar.
Şehit cenazelerinde yüzler çevrildi kendilerinden. Fukaranın değil, ancak kaymak tabakanın reylerine mazhar oldular; “halkçılık” da bu arada tarihe karıştı. Cumhurun taleplerini asla dikkate almadılar. İktidarları devrilecek korkusuyla 23 yıl seçim dahi yaptırmadılar ülkede. “Cumhuriyetçilik” hiç lazım olmadı onlara.
Bir tek “devletçilik” kalmıştı ellerinde. Onu da, Kandil’le Pensilvanya’nın kıydığı nikâhta bir figüran olduklarında kaybettiler.
Mekteplerimizi, medreselerimizi hatta Türk Ocaklarını kapatıp; Halkevlerini, Köy Enstitülerini kurdular. Yıllarca, bu milletin evlatlarına, kendi atasına, tarihine, devletinin temellerine düşmanlık yapmasını öğrettiler bu köhne çukurlarda.
Buna rağmen tüm çabaları boşa çıktı. Ne varsa, bizi bağlarımızdan kopartmak için yaptıkları, hepsi berhava oldu. Bu öfkeleri ondan.
Muhacirden nefret ediyorlar. Çünkü, o geçmişin görkemli izlerini taşıyor alnında. “Sen yeniden göğsünü mazlumlara açan bir cihan devleti oluyorsun. Onun için koşuyorum sana” diyor muhacir. Yıkmaya çalıştığı o medeniyetin yeniden dirilmesi öfkelendiriyor onu.
Anadolu’dan nefret ediyorlar. Çünkü, ne yapsalar, ne kadar hakir görüp, aşağılasalar da vazgeçmiyor nasırlı elleriyle duaya durmaktan, mazluma el uzatmaktan.
Güzel olan her şeyden nefret ediyorlar. Bilmiyorlar ki, içinde debelendikleri çukurlarında, sinelerinde gizledikleri o nefret insanlığı değil, kendilerini yok edecek.