Biz ona Akif Ağabey derdik.
Adam gibi adamdı.
Özü sözü bir münevverdi.
Kalemini hep iyilik için kullandı. Mazlum coğrafyalarda yaşayan mağdurların sesiydi.
Güncel meselelere medeniyet perspektifinden bakarak günlük siyasetten uzak dururdu.
Rahmet olsun.
Mekânı cennet olsun.
Akif Emre, Yeni Şafak Gazetesi’nde Genel Yayın Yönetmeni, ben de MÜSİAD’da Basın Komisyonu Başkanı iken tanıştık. Anadolu’da yerel basınla ilgili seminerlerde yaptık. 28 Şubat’ın sıcak günlerinde duyarlı medya toplantılarında sık sık bir araya geldik.
Akif Ağabey’le bir defasında bir dostumuzun organize ettiği Bosna Hersek seyahatinde beraberdik. Programa katılan kişiler yol boyunca lüzumsuz konuşmalar yapınca Akif Ağabey’in canı sıkılmış, bana “Ben bu adamlarla bu seyahate devam edemem. Ayrı bir program yapalım” demişti. Ben “Ağabey ikimiz de davetli misafiriz, ayıp olmaz mı?” diye uyardım. Ancak çok kararlı olduğunu görünce organizasyonu yapan arkadaşlardan izin istedik.
Heyetle Bosna-Hersek’in Zenitsa şehrinde idik. Yanlış hatırlamıyorsam Zenitsa’da yayın yapan bir radyonun programına katılarak Türkiye ile Bosna ilişkileri üzerine konuştuk.
Sonra bir arabayla Saraybosna’ya döndük. Akif Ağabey yol boyunca Bosna savaşında yapılan mücadeleden söz etti.
Saraybosna’ya hazırlıksız gelmiştik ama Akif Ağabey’in özel dostları vardı. Tarihî bir handa konakladık. Hanın kahvesinde Boşnak dostlarla uzun bir sohbet yaptık. Akif Ağabey’in özel dostları idi bu kişiler. Dünya, Müslümanlar, Türkiye hakkında oldukça donanımlı isimlerdi. Ben Akif Ağabey’i takip ediyordum. Dış görünüşüyle sessiz, içe kapanık görünen adam adeta başka bir moda geçmişti. Bu seyahat benim için çok öğretici oldu.
Saraybosna Başçarşı’da yürürken küçük bir köfteci dükkânına girdik. Dükkân sahibi Bosna savaşında yaşadıklarını anlattı. Türkiye’den gelen yardımları nasıl yönettiklerini detaylarıyla ifade etti. Bu sohbette Bosna savaşında büyük kahramanlık gösteren Hakan Albayrak’ın da kulakları çınlatıldı.
Bosna-Hersek’in milli şairi Cemalettin Latiç’le Ali Paşa Camii’nin yanında bulunan bir kahvede randevumuz var. Görüşmeye gitmeden önce Ali Paşa Camii’nde namaz kılıyoruz. Ben Saraybosna’daki manevi atmosferden etkilendiğim için olsa gerek, el çantamı ayakkabılığın üzerine koyuyorum. Bunu fark eden Akif Ağabey bana kızıyor. “Niye çantanı öyle rastgele bıraktın, Türkiye’de öyle mi yapıyorsun?” Namazdan sonra Cemalettin Latiç’le uzun bir sohbet gerçekleştiriyoruz. Akşamüstü, bugün Aliya İzzet Begoviç’in mezarının bulunduğu tepeden Saraybosna’da güneşin batışının fotoğraflarını çekiyoruz.
Saraybosna’da Gazi Hüsrev Camii’nde akşam namazını kılıyoruz. Namazdan sonra imam Akif Ağabey’i siyah sakalı ve görünümüyle İranlı sanarak “İran’dan mı geliyorsunuz?” diye sordu. “İstanbul’dan” deyince kendisinin de Eyüp İmam Hatip Lisesi mezunu olduğunu ifade etti ve ayaküstü sohbete devam ettik.
Saraybosna’nın üst mahallerinde Türk evini ve tekkeyi ziyaret ediyoruz. Tekkede yetkililerle konuşuyoruz. Akif Ağabey heyecanlı, sanki kırk yıllık dost gibi meseleleri bütün boyutlarıyla konuşuyor. Kitapçıya uğramadan olmaz… Bosna-Hersek hakkında birkaç kitap alıyoruz.
Sonra Mostar’a geçiyoruz. Önce yolumuzu Blagay Tekkesi’ne düşürüyoruz. Sonra tarihi köprüden geçerek Osmanlı’nın güzide camilerini ziyaret ediyoruz.
Benim için bu seyahat adeta bir uygulamalı ders şeklinde geçti. Çok şey öğrendim rahmetliden.
El Cezire Televizyonu belgesel kanalı için yaptığımız “Balkanlar’da Ramazan” programı için Bulgaristan, Makedonya, Kosova, Arnavutluk’ta çekimler yaptık. Yine “Elveda Endülüs: Moriskolar” belgeselinde, “Kıbrıs’ta Vakıf Eserleri” belgesellerinde beraber çalıştık.
Güzel eseler bırakarak bu dünyadan göç eden Akif Emre Ağabey’e Yüce Mevlâ’dan gani gani rahmet diliyorum. Sadaka-i cariye kabilinden yaptığı işlerle amel defterini açık tutuyor…