Ahlak, insanın kalbinde en derin, en içten duyguları uyandırır. O’nda vicdanlar nefes alır, ruhlar neşe dolar. O’na sahip olanlar etrafına güven yayar. Verdiği huzurla insana dokunur, maneviyat saçar.
Diğerkâm olanlar ancak ahlaklı kimselerdir ki onlar kendisi dışındakilerle ve başkalarıyla ilgilenenler, her canlıdan kendisini sorumlu hissedenler.
Ne bir kanuna ne de bir ceza-i müeyyideye ihtiyaç duyarlar. Kimsenin olmadığı ve sadece kendisi ile baş başa kaldığı ortamlarda bile kamusal hayatta sergilemek durumunda olduğu davranışların aynılarını gösterirler.
İç motivasyon ahlak tarafından şekillendirilir, hal hareketler ahlak sayesinde doğruya yönlendirilir.
O ahlak ki onda kendilik ve doğallık vardır, bilinç az, niyet çoktur. Safiyane sergilenen iyi niyet de tam olarak onun göstergesidir.
Akıl ise insanın şuur süzgecinden geçirilerek sergilediği davranışlarını yönetir, onları yönlendirir. Ahlakta duygu damlaları hissedilip sergilense de akılda düşünce esastır.
Akıl da muhakeme her daim verilen kararların ardındadır. Mantık süzgecinden geçirilmiş ve düşünce harmanında dövülmüş fikirler alınan kararlara yön verir. Mesela tecrübe kullanımı hataların tekrarını önlemek açısından elzem görülür.
Akıl etmek, akılla hareket etmek mekanik bir şeymiş gibi görülebilir. Bilhassa mahdut mental kapasite ile değerlendirildiğinde inanç akıldan ziyade sadece ahlakla bağdaştırılabilir. Oysa akıl muhakemeyi ve tefekkürü kapsamasından mütevellit inanç âleminde mutlak surette önem arz eder.
Akıl sadece görüneni değil görünmeyeni de analiz ile kavramaya imkân verir. Böylelikle ziyana uğrayan insan kurtuluşa erer.
Akıldan yoksun iyi niyet, nakıs bir maharettir. Mantık ve muhakemeden mahrum ahlak, salt iyi niyetle davranışa yöneldiğinde ancak etrafına zarar saçar.
Ahmak ama ahlaklı bir dost mu sadece akıllı bir düşman mı? Mümkünse ahlaklı ve akıllı bir dost elbette. Fakat düşman dahi olsa akıl ile hareket edildiğinde ve olası zararlar muhakeme ile kavranabildiğinde zararın asgariye inmesi daha hızlı gerçekleşir.
Yeryüzü bir denge ve muhteşem bir insicam içerisinde inşa edilmiştir. İnsanın kendisinde bile bir nizam ve bir ahenk bulunur. Her şeye hak ettiği değeri vermek, her şeyi yerli yerinde görmek ve yerli yerine koymak adalettir. Kısas dahi bir hakkaniyet ölçütüdür. Bunları uygulattıran, dengeyi tesise ihtiyaç duyan akıldır.
İnsan özünde iyi midir kötü müdür tartışmaları yapılır. ‘İnsan zaten iyidir, ahlaklıdır ve iyi muamele etmesi beklenir’ temennisinin bir karşılığının olmadığını tarih defaten ispatlamıştır.
Tam da bu sebepten insanlık tecrübesi insanın özündeki ahlak ve iyi niyet arayışından ziyade adil bir toplum oluşturmak için akıl ile kurulabilecek bir düzenle ilgilenmeyi yeğlemiş, başarılı olanlar nispeten “kendi içlerinde medeni bir toplum” oluşturabilmişlerdir.