Yazmayı bir tercih olarak seçmez bence insan. Mecbur kalır. Başka çaresi yokmuş ve başka hiçbir şekilde onu dinleyecek birini bulamayacakmış gibi hissettiğinden derdini anlatmak için yazmaya koşar. Yani bu evvelden planlanan ve güzergâhı çizilen bir yol değildir kapalı her yoldan ve her çıkmaz sokaktan dönerek bulduğun ve aslında gitmek zorunda olduğun bir yoldur. Zira yürümek ve hatta koşmak istersin ama karşına çıkan her yolun sonu bir çıkmaz sokağa varır. Nihayetinde yürünecek tek yol diye yazmak denen bir yola düşüverirsin. O da öyle evvelden beri gidip gelindiğinden ayak izlerinin olduğu bir yer değildir. Belki başkaları geçmiştir lakin kendi izlerin yoktur orada. Yanıla yanıla ve acı çeke çeke yürürsün.

Tabii, bütün bunlar benim düşüncem. Belki yanlıştır ya da sadece vehimdir her biri…

Yazı yazmaya ilk başladığım zamanlarda babama bir söz vermiştim; siyaset yazmayacaktım. Aslında o zamanlar böyle bir derdim de yoktu zaten. Onun için söz vermek de verdiğim sözü tutmak da zor olmadı. Ama zaman geçtikçe insan bir şekilde buna bulaşmak zorunda kalıyor. Zira gördüklerin safi bir siyasetten öteye geçip de bir başka hale bürünüyor. (Tam burada aklıma gelmişken nerede okuduğumu hatırlayamasam da “siyaset” kelimesinin “seyis” kelimesiyle aynı kökten geldiğini de ekleyeyim. Çok mu lazımdır? Sanırım değil. Ama söyledim işte. Belki lazım olur.)

Belki şimdi bu yazıyı yazarken şunları söylemeliydim. Zira canım yandı, hem de çok yandı. Kabullenemedim ne yapılanı ne de gözümüzün içine baka baka bunca yalan söyleyen birinin şimdi de -daha evvel olduğu gibi- hepimizi ahmak yerine koyarak konuşmasını. Adam bütün bir memleketin önüne çıkıp da “Merd-i kıpti şecaat arz ederken sirkatin söyler” fehvasınca yaptığına bir de kılıf bulmaya çalışıyor ve en hafif tabirle her birimizi ahmak yerine koyuyor. Bunları söylemeliydim aslında.

Hatta şöyle de devam etmeliydim; Be arkadaş orada anasını-babasını depremde kaybeden çocuklar varken, çocuklarını enkazın altında bırakan analar-babalar varken “Kızımın çocukluğunu ıskalayamam” demekten hiç utanmadın mı? Acımadı mı içinde bir yerlerde varsa vicdanın? “Ben yas tutmayı iyi bilirim” diyordun ya madem; Anadolu’da mahallede cenaze olduğunda evlerde televizyon dahi açılmadığını hiç mi duymadın da “kayak da bir spordur, ben burada spor yaptım” diye diye her birimizle dalga geçtin?

Ne tuhaf adamsın… İstanbul’da sel olur sen tatil köylerinden çıkarsın. Arar sorarlar gelir poz verir sonra yine sıcak denizlere dalmaya gidersin. Devletin valisine hakaret ederin -ki ne dediğini burada yazmaktan ar ederim- sonra “basitlik” dedim dersin, deprem olur “gönderdiğim yardımlar yerine ulaştırılıyor mu diye kontrol edeceğim” diyerek devletin yardımları ulaştırmadığını ima edersin, insanlar orada ağlarken çıkıp da “kayak” yapmaya gidersin…

Bunları yazardım belki de ya da yazmalıydım. Ah ki babama “Siyaset yazmayacağım” diye söz vermeseydim.