2011 Yılında İstanbul’da bir öğrenci evinde tanışmış, ardından Ankara’ya gelip gidişlerindeki görüşmelerimizde nitelikli sohbetler etmiştik.  Sanatçı ruhlu ve bilgiyi hazmetme sorunu olmayan, espritüel bir kardeşimiz olarak zihnimde yer etmişti. Sonradan 90’lı yıllardan günümüze sarkan bazı sorunlarla başının dertte olduğunu bana İlhami Atmaca anlatmıştı. Bu sıkıntıların özgürlüğünü kısıtlama boyutuna ulaşması nedeniyle çoluk çocuğunu geride bırakarak  ne zaman biteceği bilinmeyen bir gurbete çıkmak zorunda kaldığını yine ortak bazı dostlarımızdan öğrendim. Gazetemiz Diriliş Postası yayın hayatına atılınca uzunca bir dönem aksatmadan entellektüel dozajı ve duygu yoğunluğu yüksek yazılarıyla aramızda yer aldı. Ancak son günlerde maalesef 28 Şubat zulüm hukukun ağır işkenceler altında aldığı ifadeleri nedeniyle hakkında açılan ve uzun sürede tutuklu kalmasına sebep olan olan davalara yaptığı tüm itirazlar bir bir ret edilip tekrar hapse tıkılmak isteniyor. Dava dosyalarına bir göz attım, ne bir yaralama ne de bir cinayet söz konusu değil, sadece bazı ıvır zıvır olayların üzerine yıkılmak istenmesi.

Kendi hikayesini anlatırken şunları söylüyor Tayyar Tercan;

”Düşünün, 20 yaşındasınız.Bir gün önce resmi nikahınızı yapıp evlenmişsiniz. Çalıştığınız şirketten “polisler seni arıyor” diye telefon geliyor.Evinize yakın olan emniyet müdürlüğüne gidiyorsunuz şirketteki arkadaşlarınızla. Emniyetin kapısından girdikten sonra bütün hayatınız değişiyor… Normal her vatandaş gibi “ne oluyor” diyerek Ankara Emniyet Müdürlüğüne kendi ayağımla teslim olduğumda yirmi yaşında gencecik bir delikanlıydım.Elbette o zamanın şartlarını biliyordum.Müslümanlara yapılan baskıları, polisin işkencesini, yargısız infazını ve olabilecek her ihtimali bu ülkede yaşayan bir fert olarak biliyordum. Fakat  “masum olduğunu bilen” bir insanın kendine duyduğu güvenle gidip Emniyete başvurdum. “Beni arıyormuşsunuz?”

Ankara Emniyeti aranmamın İstanbul’da olduğunu söyleyerek beni İstanbul Terörle Mücadele Polislerine teslim etti. İstanbul Vatan Caddesindeki Müdürlüğe getirildim.Ne olduğunu, neden arandığımı bilmeden kayıt işlemi yapıldı ve kapıdan girer girmez gözlerim bağlandı ve başladılar saldırmaya.  Gözlerimi çıplak olarak  Filistin askısı dedikleri işkence aletine ters bir şekilde asılı ve el ayak parmaklarımla beraber cinsel organıma da bir kablo bağlanmış şekilde açtım.

Size günlerce süren askı, falaka, soğuk su, kaba dayak, elektrik, sapkın sadist fantazileriyle dolu işkence faslını teferruatıyla anlatabilirim. Fakat bu ülkenin meselelerine kafa yoran herkesin az veya çok bunları zaten biliyor olduğunu düşünerek girmeyeceğim.

Anlatmak istediğim şey, günler süren işkence sonrasında kabul etmemi istedikleri eylemleri kabul ettiremeyince eşimi getirip gözlerimin önünde tecavüz tehditleri sonucu önüme konan her şeyi kabul etmek zorunda kaldım… Bugün kırk yaşındayım  ve aynı şeyi tekrar yaşasam başka yolumun olmadığını acı bir şekilde biliyorum…

Önüme konulan her şeyi kabul ettim neticede.Önce dokuz eylemdi, sonra yedi eylem yaptın dediler. En son beşe  düştü. Yakalama ve çözme primi için dönemin her şeyi yapacak polisleri ve  “İslami Terörist”  avlama konjönktürü gereği Emniyet faslı bu şekilde geçti. Ve sorgulamamın hiç bir safhasında yanımda AVUKATIM yoktu ”

Sahi, Tayyar Tercan ve o meş’um süreçte hukuksuzca yargılanıp hayatları karartılan ve aileleri perişan edilen kardeşlerimiz için de göğsümüzü gere gere  ”28 Şubat sona ermiştir” deme genişliğimiz  var mı ?

Selam ve duayla