Sanatı ölümsüz kılan şey nedir? Ya da her şey ölümlü… Ve fekat sanatı insanlık tarihiyle akran tutan nedir?
Malumunuz, cevabı çok önemsemiyorum. Soru mühim. Biz yine de cevap arayalım…
Sanatın tarifinden yola çıkarak bir yerlere varabileceğimizi düşünüyorum.
İnsandan topluma, dünden bugüne ve dahası yarına ve belki sadece yarına yönelik estetik, kalıcı çabaların tamamına sanat denebilir. Eser olarak ortaya çıkması, yöntem belirlemesi ise zamanın ruhuyla bağlantılı var olma şeklidir.
Bu bağlamda en genç sanat olan sinemanın beslenme kaynakları ve buna bağlı olarak yöntemleri en güncel ifade biçimimiz olabilir. Olmalı. Oldu hatta…
Taptaze, yeni, yenilikçi ve illa da kalıcı ifade biçimlerinin geçmişten beslendiğini özellikle belirtmek gerek.
Bunun en güzel örneklerinden biri “Loving Vincent” (Sevgili Vincent) olabilir. Meşhur Hollandalı ressam Vincent van Gogh’u, ‘Van Goghca’ anlatmak diyebiliriz buna…
115 ressamın tek tek yaptığı 65,000 kare yağlı boya tablonun birleştirilmesiyle hayat bulan bir film. Animasyon denebilir. Denmeyebilir de… Çok da mühim değil. Mesele şu ki, Van Gogh’u anlatmak için yeni bir yöntem deneniyor. Evet, bildiğimiz çizim. Yani animasyon. Ama çizimler Van Gogh’u Van Gogh yapan ve modern sanatın kurucusu kabul edilen şekilde yapılıyor. Filmi izleyemeseniz de fragmanı ne demek istediğimizi ortaya koyuyor.
Nefis bir yöntem ve bir saygı duruşu…
Filmi açık hava sinemasında izledim. Güzeldi. Hoş, filme kendimizi o kadar kaptırdık ki, izlediğimiz şartları pek de anlayamadık. Açık havalık bir film değil sizin anlayacağınız.
Neyse… Filme dönelim…
Bir sanat yöntemini diğerinden ayıran en önemli şey formudur. Yani biçimi. Yani yöntemi… Elbette içerikten, yani ‘ne’ sorusundan yola çıkarak ‘nasıl’ sorusuna varan bir arayışın ürünü olarak bütünlüklü bir yöntemle…
Malumunuzdur. Van Gogh hayattayken pek kıymet görmez. Hatta hiç kıymet görmez. Deli gözüyle bakarlar. Çizimlerini önemsemezler. Şüpheli ölümünden (intihar ettiği iddia ediliyor) seneler sonra kıymete biner ve eserleri yeni bir çığır olarak addedilir.
Filmi izlediğimden beri düşündüğüm bir şey var.
Bizim medeniyet tarihimizde kıymetli olan ve çığır açan simler yok mu? Medeniyetimizi ifade eden sanat biçimleri ortaya koymadık mı? Van Gogh’umuz yok mu, demeyeceğim. Kıyas kadar tehlikeli ve esası örtücü bir şey yok. Van Gogh ayrı, Nakkaş Osman ayrıdır. Hepsi kıymetlidir. Fekat ‘bizim kıymetimiz’ neden kıymet görmez!
Nakkaş Osman demişken oradan gidelim…
Minyatür sanatının Osmanlı’daki en önemli isimlerinin başında geliyor, Nakkaş Osman. Buhari, Matrakçı ve Levni de öyle…
Tarihi milattan önceye uzanan minyatür sanatı, zaman sonra İslam coğrafyasının en önemli ifade biçimlerinden biri haline gelir. Osmanlı’da da neredeyse Osmanlı ile özdeşleşir. Özellikle Osmanlı ve Fars örnekleri çok kıymetlidir.
Bu bilgilere ulaşmak zor değil. Esas meselemiz şu; minyatür sanatı kadar kıymetli ve ‘bize özgü’ bir alanı sinemaya nasıl uyarlayabiliriz? Ve bu neden yapılmaz?
Van Gogh için yüzlerce ressamın on binlerce çizimiyle ortaya başyapıt çıkabiliyor.
Peki, yüzlerce minyatür sanatçısı (hadi o kadar yok diyelim, onlarca olsun) bir araya gelse ve bir sinema eseri ortaya çıkarsa… Olmaz mı?
Mani nedir?
Sadece para mı? Zannetmem… Milyonlarca lira nerelere harcanıyor! Böyle bir başyapıt için de harekete geçilebilir.
O halde buradan çağrımız olsun.
Cumhuriyetin 100. yılında (yani 2023’te) tamamlanmak üzere böyle bir film için harekete geçilsin. Bu meseleyi dert edinen ve hakkını verecek yönetmen, yapımcı ve senaristlerle pekala yapılabilir.
Fekat lütfen, Allah rızası için, bu iş de rant kapısına çevrilmesin. Hakikaten derdi olan insanlar bunu yapsın.
Lütfen yapsın.
Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy’a da çağrımız olsun… Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın da hassas olduğunu bildiğimiz bu pencereyi açıp yola çıkılmalı…
Minyatür bir örnek elbet… Hat sanatından başlayarak daha birçok alanda benzer çalışmalar yapılabilir.
Dua niyetine olsun…
Âmin…