15 Temmuz darbe ve işgal girişiminin akabinde meseleyi tanımlamak için şöyle bir tabir kullanmıştım: “15 Temmuz’un anası FETÖ, ebesi NATO, dadısı AB(D)’dir!”
İki gün sonra bir halk devrimi, kahramanlığı olan 15 Temmuz’un sene-i devriyesi. O gece milletimiz devrim yaptı, o gece milletimiz tarihin seyrini değiştirdi, o gece milletimiz emsaline ender rastlanan bir duruş sergiledi. Milletimiz, 15 Temmuz gecesi dünya tarih sayfalarında bir dönüm noktası, bir milat olacak, bir mihenk taşı olarak nakşolunacak bir kahramanlığa imza attı. “Kısık sesler”in, çığlık halini alıp kıyama dönüştüğü, Anadoluluğun, yerliliğin katmerleştiği gecedir 15 Temmuz. Milletimiz o gece “bizim çocuklar başardı” diyenlere, “artık bizim çocuklar başardı diyemeyeceksiniz, size o hazzı yaşattırmayacağız” dedi.
15 Temmuz’un, FETÖ, NATO, AB(D) tandanslı ve Kemalizm nakışlı olduğunu anlamak için girişim sonrası tutumlara bir daha bakalım. Her seferinde demokrasi dersi vermeye kalkan ikiyüzlü AB, deve kuşu rolündeydi. NATO yetkilileri, “NATO’daki muhataplarımızın tutuklanması bizi endişelendiriyor” diyordu. O zaman ABD Dışişleri Bakanı olan Kerry kurê kerê, “Tasfiyeler bu hızla devam ederse Türkiye’nin NATO üyeliği tehlikeye girebilir” diye kendince gözdağı veriyordu. Yıllardır Kürtlerin huzurunu dinamitlemekten başka işi olmayan, demokrasiyi, ellerinde silahlarla insanları katledenlere arka çıkmayı bilen, Sosyalizm diye yola çıkıp ABD’nin bekçiliğine soyunan Demirtaş, “Evet, IŞİD’çi bir kafa, bir güruh, Hüda-Par’lısıyla, AK Partili’siyle, bütün dinci, gerici gruplar meydanlarda güç gösterisi yapıyor ve demokrasiden ne anladıklarını da gösteriyorlar” diyerek milletin ortaya koyduğu çelik gibi irade ve imanı aklınca aşağılıyor, basite alıyordu.
Darbenin, millet tarafından akamete uğratıldığı anlaşıldığı andan itibaren FETÖ ve muhibbanı hep bir ağızdan koro şeklinde “tiyatro”, “kontrollü darbe” yaklaşımını sergilediler. Oysa girişimleri başarılı olsaydı mağrurca sahipleneceklerdi. Direnenlere, işgale engel olanlara da (o gece 250 kardeşimizi nasıl katlettikleri ve gazilerimizin durumu ortada) ne tür işkence, zulüm ve ölümleri reva göreceklerini tahmin etmek zor olmasa gerek.
Kılıçdaroğlu, FETÖ’yü aklama vazifesini üstlenmiş, büyük bir iştahla çalışıyor. 15 Temmuz’un, şehitlerimizin, gazilerimizin kıymetini pul etmenin gayretinde. Kılıçdaroğlu “adalet” diye (Bizce istediği adalet değil dalalet) diye yola çıkıp İstanbul’a vardı. Kim için “adalet” istiyordu? FETÖ’den dolayı içeride olanlar için. Başka? Casusluk yaptığı ortaya çıkan Berberoğlu için. Casusluğu, ihaneti meşru daireye sokma çabası var Kılıçdaroğlu’nda. Adam ülkenin gizli kalması gereken ve Türkmenlere giden yardımları ifşa edecek, bununla da kalmayıp “DAEŞ’e gönderiliyordu” diye haysiyetsizce yalanlarla uluslararası kamuoyu oluşturmaya çalışıp Türkiye’yi zor durumda bırakmaya çalışacak ve siz de bunu savunmaya kalkacak, “adalet” diye yürüyeceksiniz.
Hâlihazırda FETÖ ile aynı jargonu kullanan, “Kontrollü darbe”, “tiyatro” diyen Kılıçdaroğlu’nun niyeti ne? Kılıçdaroğlu’nun aynı tarz ve ifadeleri kullanması bazı şeylere ön almayı mı amaçlıyor? “Kontrollü darbe” tabirini kullanan bir kimsenin FETÖ’nün siyasi ayağı olma ihtimali yok mudur? Siyasi ayağa operasyon olması durumunda (ki kendisi de buna dahil ise) “en çok siyasi ayağın ortaya çıkmasını isteyen benim, nasıl siyasi ayak olabilirim” diye bir ön alma, hedef şaşırtma durumu mu söz konusu? Bu jargon kullanılarak hem iktidarı savunma pozisyonunda bırakma hem de zeytinyağı gibi üste çıkma planı mı yürütülüyor.
Ressam Bob, “Şuraya da ‘Darbe olursa ilkin tankın karşısına ben dikileceğim’ deyip darbe olunca sıvışıp belediye başkanının evinde darbenin gerçekleşmesini izleyen bir ‘politikacı’ çizelim” demiş midir?