Zihniyet dönüşümünün sisteme ilişkin tarafında, öncelikli olarak kabul edilmesi gereken husus devlet, hükümet ve her kademedeki yönetim/idari süreçlerinin “muhkem”  ve doğru tasarlanmış olması yer alır.

Belirsizlik ve kişilerin kendisini güvensiz hissedecekleri bir atmosfer yukarıdan aşağıya bütün sistemi paralize eder, etkisizleştirir. Tesadüfi, kişiye ve konjonktüre göre değişen süreçler sistem kurulmasına izin vermez.

Güven (itimat), hukuktan ekonomiye, eğitimden sağlığa, yeni yatırımlardan “beyin göçü”ne kadar belki de ilgisiz gibi görülebilecek hemen her alanı bir şekilde etkiler.  

İstikrar, belirlilik ve güven ortamı ancak sağlıklı işleyen ve sık değişmeyen bir sistem ile kurulabilir.

Gelişmiş ülkelerde “belirlilik” denildiğinde hayatın içinden/uygulamadan hareketle, vatandaşların hukuk güvenliği; herkesin güvendiği bir yargı düzeni; istikrarlı bir yargı anlayışına dikkat çekildiği görülüyor.

Tabii ki sağlıklı bir sistem, sadece “belirlilik” ile de sınırlı değil…

Gelişmiş ülkelerin piyasalardaki dalgalanmalara karşı sarsılmadan durabilmeleri, sadece ekonomi yönetimi ile ilgili bir mesele değil, üretime öncelik veren bir ekonomik düzeni kurmuş olmalarıyla ilgili. İhracatlarında ve iç pazarlarında kendi ülkelerinde üretilmiş teknoloji, bilişim, ağır sanayi, tarım veya hizmet sektörü vb. üretim temeline dayalıdır. Bu ülkeler, diğerlerinin ürettiklerini başka ülkelere transfer ederek değil, kendi ürettiklerinin ihracatını yapmayı başaran bir ekonomik düzen kurdukları görülür. Bu anlamda, mesela kayda değer, özgün bir ekonomi olarak Alman ekonomisinin nasıl işlediğini ve gücünü nereden aldığını konunun meraklılarına öneriyorum.

Bu ülkelerde patentin, yeniliğin ve orijinal üretimin ödüllendirilmesi de dikkat çekici. Bunun da önşartı, üretimin ödüllendirilmesi, kolaylaştırılması, teşvik edilmesi, muafiyetler tanınmasıdır. Çünkü fikir intihallerinin engellenmesi ve her türlü teknik/bilim vb. ürünlerinin hukukça korunması, bahsettiğimiz ülkelerde sistemi ayakta tutan temel taşlardan.

Gelişmiş ülkelerde isabetli bir imar planı ve planlı şehirleşme; iyi işleyen bir eğitim sistemi gibi diğer diğer temel göstergeler, sağlıklı bir sistemin varlığının işaretlerinden diğer birkaçı. Ancak, bu konulardan birisindeki yetersizliği, temennilerimiz ve nasıl hissettiğimizle değil, ancak diğer ülkelerle karşılattırarak ölçülebilir değerler üzerinden kıyasla anlayabiliriz.

Makul bir insan, tesadüflere dayalı olmayan, her zaman için sağlıklı işleyen, sürprizler ve haksızlıklar üretmeyen belirli bir sistemi arzular. Az gelişmiş bir ülkede sistemsizliği veya yetersizliği insanlar, ancak sıkıntılar “başlarına gelince” anlayabiliyor. Bu geç intikal hali, kesinlikle öngörüsüzlük ile ve kültürel bilincin düşüklüğü ile ilgili.

Gelişmiş bir ülkede bir suçtan mağdur olan bir kişinin tanıdık bir kolluk görevlisine ihtiyacı yoktur. Yargıda tanıdık bir kimseye ulaşmak kimsenin aklına gelmez. Çünkü sistemin kendisine güven duyulur ve bu güven boşuna da değildir. İyi İddialı bir sistemde aidiyetler, tanıdıklar, bağlantı ve ilişkiler kamu yararı adına her aman arka planda kalmalı ve hatta mümkünse hiç akla gelmemelidir.

Yine hukuk alanından örneklerle gidersek gelişmiş bir ülkede devlet, bireye veya kamuya karşı işlenen suçların affında oldukça titizdir ve bu yetki ancak savaş gibi hallerde istisnai olarak kullanılır. Çünkü halk, kendi sosyolojisine uygun ve yine kendisinin onayıyla oluşturulan hukuk sisteminin bağımsız mahkemeler ve teminatlı hâkimler aracılığıyla ve adil yargılama usulüne uygun yapıldığından sonuçta kararların da adil olduğundan ve doğruluğundan emindir. Dolayısıyla, bu ülkelerde olağanüstü ve istisnai durumlar dışında toplu aflar akla gelmez, hatta tuhaf görülür.

Bu sebeplerle, çevre ve imar kamu düzenine aykırılık oluşturan suçlarda ve vergi suçlarında sık sık ve kolaylıkla toplu af yapılmaz. Çünkü doğru işleyen bir devlet ve idare sisteminde adli suç, vergi suçu veya imar suçu olsun, rutinleşmeye başlayan aflar, kanuna ve kurallara uygun olarak dürüst yaşamaya çalışan insanlara güvensizlik verir ve kendilerini, toplumu ve karar vericileri sorgulamaya yöneltir.

Özetlemek gerekirse; yerleşik bir ülkede toplumun muvafakatiyle oluşan ve herkesin boyun eğmek zorunda olduğu varsayılan hukukun güçlü-zayıf, zengin-yoksul, yakın-uzak, vatandaş-yabancı, müslim/gayrimüslim vb. gibi hiçbir başkaca kritere başvurmadan genel ve nesnel olarak uygulanması beklenir. İşte bu şekilde ayrımsız uygulanan bir hukuk sistemi iyi işleyen, güven veren bir devlet ve idari sistemin varlığını gösterir.

Mikro ölçeğe inerek bakanlıktan üniversitelere kadar kurumların işleyişi yönüyle sisteme bakarsak:

İyi bir sistem, kendisini her şeyden önce kurum stratejisinin varlığı ve bunun uygulanıyor olması ile gösterir. Ayrıca, kurum bütçesinin sınırlarının gözetilmesi ile yerinde ve etkin uygulama; personele ve üçüncü kişilere uygulanan kuralların belirgin, tek bir standart üzerinden ve herkese yönelik, ayrıcalıksız, genel/objektif bir uygulamanın varlığı diğer temel şartlardandır.

Kurumların sistemik problemlerinin yerinde ve zamanında tespit edilip sistem hatalarının düzeltilmesi, sistemi onarıcı esaslı bir ihtiyaçtır.

Bunların yanında, kurumların yönetiminde amatörlük olmamalı, profesyonellik esas kabul edilmelidir ve bunun yolu liyakat ve ehliyetten geçer.

İşlerin karar alma, uygulama, takip ve sonuçlandırma ve sonuçların takip süreçlerinin her aşamada izlenmesi sağlıklı bir sistem için gereklidir.