Sigara illetine müptela insanlara ve türlü eziyetlerine karşı hissettiğim duyguları, bundan sekiz yıl önce kaleme aldığı ancak herhangi bir yerde yayımlandığından emin olmadığım bir yazısında N. Çakmak edibane üslubuyla sanki ben yazmışım gibi ifade etmişti. Küçük tasarruflarla sizlerle de paylaşmak istedim:

“Önümde yürüyorsun, bir vapuru andıran ya da egzozu bozulmuş bir kamyondan çıktığı hissini uyandıran dumanlar salıyorsun bana, ciğerlerimi, cildimi, sinirlerimi zedeliyorsun. Hakkında ne düşünüyorum biliyor musun, eğer hassas bir insan olsaydın ya da hassasiyetini kaybetmemiş birisi, bunu yapamazdın!

Ya kör olman gerek ya hissiz ya uyumuş ya da uyutulmuş… Çevrende onca insan varken, onları rahatsız ettiğini bile bile, umursamadan nasıl da üflüyorsun dumanını? Herkes gözünün ucuyla sana bakıyor. Sizden o kadar çok var ki, “Ya Sabûr” deyip başlarını çeviriyorlar. Sen bu hakları(!) bonus toplayan bir bilgisayar oyunu karakteri gibi heybene doldurup öylece ilerliyorsun. Yaradan’ın, yerin, göğün hakkını, yaratılmışın hakkını, öz vücudunun hakkını… Daha neler… Yürüyorsun…

Karakter zafiyeti ya da kişilik sorunları yaşadığını düşünüyorum. Onu vazgeçilmez görüyorsun, biberonunu arayan bir bebek gibi, topunu kaybetmiş huysuz bir çocuk, ya da oyuncak bebeğini arayan bir hırçın bir kız çocuk… Farkını göremiyorum. Kendini ona muhtaç bilmen böyle bir psikolojiden kaynaklanıyor olsa gerek. Kendini buna inandıran sensin çünkü. Saatler süren yolculuklarda nasıl duruyorsan içmeden, sarhoşlar gibi ellerin titremiyor, uyuşturucu kullananlar gibi krizlere girmiyorsan, mecburiyet oldu mu, onsuz kalabiliyorsun demektir. Oruç tutarken ya da ders esnasında içemiyorsun mesela. Ama otobüs son durağa geldi mi kâr biliyorsun birkaç saniyeyi, silahına mermi sürer gibi ellerine alıyorsun katil hayat arkadaşını! Aman bir saniye kaybetmeyesin, iner inmez hazır olsun. On dakika daha yolumuz olsa içmeyecektin, ama inince içmen gerektiğini beynine bizzat sen emrediyorsun.

Sana kendini özel mi hissettiriyor yoksa? Evet, özelsin, insanın en güzel yansıması olan gülümsemen bile sararmış senin, üzerine sürekli kötü kokular sıkıyor gibisin, evet özelsin çünkü insan çok nadir kararsız kalır, bir dostuna sarılırken… Bu kararsızlığın mimarı sensin. Yanına oturulmasıyla kalkılması bir oluyor, koca bir salonda tek başına bile olsan tüm salonu etkin altına alabiliyorsun! Ortamı kendine benzetme maharetin takdire şayan. Tüm bunlara karşı “beni rahat bırak” tavrına sarılıyorsun, “Sen ne anlarsın”, diyorsun. Evet, bütün akıllar bir araya gelse geçerli tek bir sebep bulamaz diye düşünüyorum, ben anlamam, çünkü anlaşılacak bir yanı yok sigara içmenin.

O zehirlerin en zehir karışımının tek bir tutamını sana içirsem, beni en büyük düşmanın sayarsın. Kendi ellerinle kendine her gün tutam tutam zehir veriyorsun oysa! Her yıl sigaraya harcadığın paradan küçük bir dağ olurdu. Gözünün önünde o kâğıt dağına bir kibrit çaksam aklımı kaçırdığımı düşünür, benden nefret ederdin üstelik. Bugüne dek sigaraya verdiğin paraları hesaplasan eminim şu an “İhtiyacım var” diyebileceğin her şeye yetecek bir miktarı kendi ellerinle yakmış olduğunu görürdün. Ama yanan sadece paran değil, içinde sen de yanıyorsun, en yakınlarını ve hiç tanımadıklarını da beraberinde yakıyorsun! Sonra da bana “sen ne anlarsın” diyorsun, farkında değilsin, can yakıyorsun. Kendi canını yaktığın gibi tüm sevdiklerinin ve hiç tanımadıklarının canını da yakıyorsun. Nihayetinde dünyaya küsüyorsun. Ama keşke huysuz çocuklar kadar masum olsaydın…

Mesela Rus ruleti oynasan her gün, daha masum olurdun, çünkü o oyunda ölüm riski altıda birdir. Sigarada ise ikide bir. Karıkoca içiyorsanız, biriniz mutlaka sigaranın yol açtığı hastalıklardan dolayı ölecektir mesela. Çocuklarınız da içiyorsa, ya onlar annesiz ve/ya babasız kalacaklar ya da siz eşsiz ve evlatsız kalacaksınız! Bu büyük bir zulüm, ama sizi bu zulmü yapmaya zorlayan haricî bir güç yok. Ne ilginç, değil mi?

Akciğerlerin sıkılsa içinden katran zifir akıyor, boğazların bir boğuk motor gibi, sesin sana verilen eşsiz name değil artık, yüzün dumanların elinde esir, solgun ve delik deşik…

26 yıl onkoloji bölümünde çalışmış bir doktor isyan ediyor, “Ben bu ülkeyi yönetiyor olsaydım, her birinize bir hafta gasilhanede, bir hafta da onkoloji servisinde mecburi hizmet yaptırırdım”, diye. “Çok uzak görüyorsunuz ölümü kendinize, her gün sizin gibi kaç kişinin geldiğini görmeniz gerek, akciğer kanseri nasıl oluyormuş, gırtlak kanseri, dudak kanseri, hattâ mide kanseri, mesane kanseri, kangren vs. Bu kişiler nasıl tarifsiz ağrılar, zor durumlar, büyük acılar yaşıyormuş, görün, ben de sizi göreyim…” diyor.

Aslında direk sebep olduğu veya yol açtığı o kadar çok hastalık var ki… “Sigara öldürür!” sözü bir uyarı değil. Bu bir sonuç aslında. Bir de “süründürür” tabii ki, ölümü aratacak düzeyde!

Duygularını yitirdiğini düşünmeme kızmıyorsun umarım, kendine böyle zulmetmek için kendini ve çevrendekileri bu tarifsiz acıların ve ağrıların içine attığın için sana şükran duyulmasını beklemiyor olmalısın. Üzerine bir de para ödüyorsun ya, gerçekten çok hayret ediyorum sana…

Kendini böyle değersiz ya da dokunulmaz hissetmekle ve bu acıları kendine reva görmekle tüm sevdiklerine türlü acılar çektirdiğini görememen nasıl açıklanabilir sence? Pasif içici yaptıklarının akıbetleri seni hiç ilgilendirmiyor mesela. Eşi yıllardır sigara içen birine, “Ne hâle gelmişsin, derhal sigarayı bırakman gerek!” diyen doktora kadın; “Ben hayatımda ağzıma hiç sigara koymadım ki!” diye hayretle cevap veriyor.

Seni sigara tutkusundan ne sana emanet verilen öz canın engelleyebiliyor, ne de Allah’tan bahşetmesini talep ettiğin diğer emanet canlar. Hiçbir hesaba yanaşmıyorsun. Her şeyini feda ettiğin, her zorluğu kendisi için göze aldığın tek şey senin bizzat en büyük düşmanın… İşin en kötü yanı da, bunu sen çok iyi biliyorsun, ama bilmez gibi davranıyorsun! Bir de kalkıp sana değil de kendime hayret etmem gerektiğini düşünüyorsun, böyle düşünüyorum diye?

Hayatımda hiç izi yoktu aslında bu düşüncelerin, küçük dünyamda böyle bir sorun yoktu. Çünkü yakın çevremde sigara içen bir tek kişi bile yoktu. Sonra zaman ve şartlar bir şekilde gelişti. Etrafımda “sigara özürlü” dostlar ve ders arkadaşları zuhur etmeye başladı. Senden geçtim, şimdi kendime acıyorum. Hangi yaramı sarayım bilemiyorum…

Seni suçlamak inan hiç de zevkli değil, sana acımak da marifet değil. Sana kızmak beni mutlu etmiyor, senden uzak kalmak da mümkün olmuyor. Aklımı, yüreğimi, vicdanımı, tahammülümü sürekli yaralıyorsun… “Allah kurtarsın”, diyorum, çünkü zindandaki birinden farksızsın. Hattâ darağacındasın, çünkü kurtulmak için kılını bile kıpırdatmıyorsun! İçin yana yana arasan bir yol bulurdun, bırakamamaktan değil, bırakmaktan korkuyorsun!

Gel uyan ve bir adım at, lütfen artık kendini ve bizleri bu zehirli kölelikten kurtar. Yok, ben böyle mutluyum, diyorsan, hiç olmazsa beni azat et… Lütfen!”

Oruç ayında sigara illetinden büsbütün kurtulabilmek

Araştırma hastanelerinin sigara bırakma polikliniklerinde Ramazan münasebetiyle yoğunluk yaşandığı yolundaki haberler (1) beni ziyadesiyle memnun etti. Oruç tutarken zaten uzunca bir süreyi sigara içmeden geçiren insanların bir iki saat daha sabrederek sigara illetinden ömür boyu kurtulmaları somut bir fırsat olarak önlerinde duruyor. Hür iradesiyle esaretten kurtulmayı başaramayan sigara müptelaları mutlaka bu polikliniklere başvurmalı ve destek almalıdır.

Sigaraya başlamaya niyetlenenlerin de hayatlarını karartmamak için, “bir iki defa içer istediğim zaman bırakırım” diyerek başlayıp bağımlılık nedeniyle sağlıklarını kaybeden ve işlerini yapamaz hâle gelenlerin “Sigaradan uzak durun!” feryadına özellikle gençler kulak kabartmalıdır. Sigaranın yol açtığı atardamar tıkanıklığı nedeniyle uzuvlarının kesilmesini, akciğer başta olmak üzere çeşitli kanser hastalıklarına yakalanmayı, ailede ve toplumda sürekli horlanmayı, fert ve toplum bağlamında ciddi ekonomik kayıplar yaşamayı, Allah’ın beden emanetine hıyanet etmeyi, fıkıhta haram kabul edilen (2) bir yasağı bilerek çiğnemeyi… istemeyen yaşlı-genç, kadın-erkek, okumuş-cahil, zengin-fakir… herkesin sigaraya esir düşmekten korunması gerekmektedir.

Zehirli dumana karşılıksız aşk besleme gafletine düşmemek

Sigara bağımlısı insanların aklına, gönüllerine ve vicdanlarına hitap edebilmek umuduyla kaleme aldığımız bu haftaki yazımızı, ülkemizin, bölgemizin, Ümmet-i Muhammed’in ve nihayet tüm insanlığın küçük görüp yeterince mücadele etmeyi ihmal ettiği sigara belasına müptela bir tiryakinin itiraf mektubunu iktibas ederek noktalayalım:

“Onunla tanıştığımızda daha 14 yaşındaydım, o ise benden oldukça yaşlıydı. Hayatına giren ilk kişi değildim, son kişi de ben olmayacaktım kuskusuz. Herkes bu beraberlik için yaşımın çok küçük olduğunu düşünüyordu. Aslında hiçbir zaman yaşınızın uygunluğu söz konusu olmaz böyle bir ilişkide…

İlk önceleri sadece yakın arkadaşlarımla paylaştım küçük sırrımı. Sadece gönül eğlendiriyordum onunla. (Meğer ne kadar da aptalmışım!). Aileme anlatamazdım. Çünkü ‘kıyametin kopması’ diye adlandırılan durumun olanca gerçekliğiyle karşıma çıkmasından korkuyordum. Gizledim, gizledim.

Başlangıçta çok seyrek buluşuyorduk. Daha sonra buluşmalarımızın sayısı arttı. Gönül eğlendirmek demiştim ya, palavra. Çok zaman geçmesine gerek kalmadı hayatımda kapladığı yeri anlamam için. Evet onu seviyordum. Ama yine de aklımda hep aynı düşünce vardı:

“Onun tutsağı değilim ve istediğim zaman terk edebilirim.” Buyurun size ikinci palavra. Ne, hayatımın her safhasına girmesi yetti onu terk etmeme ne de annemin bizi yakalaması. Aslında bizi yakaladı demem yanlış. İzlerimi buldu, ardında bıraktıklarını gördü. Kızmadı bağırmadı, sadece kısa bir nasihat çekti. Biliyordu çünkü buluşmamızı yasaklamasının bir şey ifade etmeyeceğini. O zamana kadar gizli devam ediyordu, yine gizli kalabilirdi.

Zaman geçtikçe birbirimize bağlandık (palavra üç… Ben ona bağlandım. Şimdi geriye bakıyorum da 6 uzun yıl geçti ve veren taraf hep ben oldum. O bana sahte mutluluklar verdi sadece, bense her şeyimi. Herhalde hayatta canımı vereceğim tek o oldu. Onun için kavga ettim, onun yüzünden hastalandım, ama hiçbir zaman ayırmadım yanımdan, ayıramadım

Biliyordum nelere yol açtığını, görüyordum. Önce onu sevmeyi öğrendim, sonra nefret etmeyi. Beraber olmayı istemediğim anlarda bile yanımda olduğunu gördüm. İrademi yerle bir ettiğine, beni kendimle karşı karşıya getirdiğine şahit oldum. Başkalarını kırdım onun yüzünden ve ben daha da fazla kırıldım. İnsanlarla arama girdi. Arkadaşlarım ondan nefret etti çoğu zaman. Hattâ ben bile tiksindim bazen, ondan, bedenime ve ruhuma sinen kokusundan. Dudaklarımın her dokunuşunda, ben onun ruhundan çalıyorum, o benim bedenimden. O her seferinde yeniliyordu kendini, bense gittikçe kötüleşiyordum. Ama bir türlü terk edemedim.

Aslında birkaç kez denedim ayrılmayı. Hepsinde de dönüşüm bir öncekinden güçlü oldu. Yokluğunda kıvrandım hasretimden, alışmaya çalıştım ama asla atamadım aklımdan. Uzun ve stresli geceler hep ev sahibim oldu. Tırnaklarımı yedim, yetmedi kuruyemişe başladım. Ayrılık kilo aldırdı. Ve ben hep geri döndüm. Hatta şu an bile yanımda. Ama yine de yemin ediyorum burada, hepinizin önünde: Bir gün mutlaka bırakacağım, şu lanet olasıca sigarayı!” (3).

Mübarek Ramazan atmosferinde -sigaraya köle olmayı içselleştirenler dâhil olmak üzere- tüm duman esirlerinin hürriyetlerine kavuşması temennisiyle…

Kaynaklar:

, 170530.

, 170531.Eren Sarı. (2016). En Güzel Hikayeler, Nokta E-Book Publishing, Antalya, s.113-114s.