Zamanın ruhuna dair ne yazsak eksik kalır. Çünkü yazdığımız andan itibaren zaman değişiyor. Mübalağa değil. Hakikat bu.

Zaman üzerine düşünmemiz lazım. Haddinden fazla düşünmemiz lazım. Üşenmememiz gerekiyor. Biz düşünürken zamanın ve ruhun değiştiğini hesaba katmamız lazım.

Zaman mevhumu üzerindeki bütün felsefi değerlendirmeleri elde tutup, ruhun sürekli değişen bir organizma olduğunu bilip yol almak gerek.

Değişim, zamandan daha hızlı vücut bulan bir varlık halini aldı.

Evet, değişmek bir yaratık halini aldı.

Yaratılmışların en hareketlisi…

Hayırlısı değil elbet. O, insanoğlu…

Peki, insanoğlunun zamanla ilişkisini daha netleştirememişken bir de değişimle irtibatını tanımlama meselesini nasıl çözeceğiz? 

Tam bilemiyorum açıkçası. Net olarak bilmemize de gerek yok. Zamana yenilmemek için zamanı, zamandan önce okumak gerekirdi. Değişim için de aynı şey geçerli.

Esasına bakarsanız zaman ve değişim, çift yumurta ikizi gibi… Kardeşler… Birbirlerine bağımlı oldukları kadar bağımsızlar…

Sanatın misyonu da budur. Sanat kadar göreceli bir alanın zenginlik kaynağı da zaman ve değişimle arasındaki bağdır.

“Sanat, zaman ve değişimin evliliğinden doğmuş bir evlattır” diyebiliriz.

Dedik de ne oldu?

Deyince ne olur?

Tespit olabilir. Teşhis de… Her hastalığın şifasına giden yol teşhisten başlar.

Değişim de yolumuzun başlangıcı olabilir. Zaman ile… Sanat ile…

Sanatkârın zamana meydan okuduğu doğrudur. Zira sanat eseri, vücut bulduğu zamana bağımlı değil. Hayata geçtiği zamanın öncesinden ve andan beslenir. Sonraki zamana yönelik söz söyler.

Sanat, yarındır. Yanılır, evet. Yanıldıkça doğrultur. Doğrudur. Bizim için de Doğu’dur sanat… Buğudur camdaki… Cem olur değişimle. Dönüştürür.

Sanat, bakış açısıdır. Zamana göre değişir. Değişimdir zira.

Bakış açımızı doğrultmalıyız. Doğrulamalıyız, zamana vurarak.

Sanatkâra düşen de bakış açısını zamana mahkûm etmemektir.