Türkiye’nin Rodos ve Meis adaları etrafında Oruç Reis gemisinin petrol ve doğalgaz faaliyetleri kapsamında, 21 Temmuz-2 Ağustos tarihleri arasında sismik araştırmalarda bulunacağına ilişkin bir NAVTEX (Denizcilere Duyuru) ilan etmesi, Yunanistan’da üst düzeyde tepkilere yol açtı. Bu tepkinin nedeni, “Meis, Rodos ve Girit adalarının kıta sahanlığının Türkiye tarafından görmezden gelindiği ve böylece Yunan egemenlik haklarının ihlal edildiği” iddiasıdır.
Atina’nın bu tezine göre Yunan adaları, tıpkı anakaralar gibi kendi kıta sahanlıklarına ve münhasır ekonomik bölge alanlarına sahiptir. Ankara ise Yunan adalarının sadece 6 deniz mili ile sınırlandırılmış karasuları hakkının var olduğunu ve bunun haricinde herhangi bir kıta sahanlığının bulunmadığını öne sürmektedir.
Türkiye ile Yunanistan arasındaki anlaşmazlıkların temel nedeni, Ege Denizi’ndeki (Adalar Denizi) başlıca sorunlardan ileri gelmektedir. Bu bağlamda, karasuları ve kıta sahanlığı sınırının, iki ülke arasında henüz kesinlik kazanmamış olması, ana meselelerden biridir. Yunanistan ve Türkiye’nin Ege’deki egemenlik sahaları Lozan Antlaşması ile belirlenmişti. Bu anlaşmayla sadece bazı adaların statüsü ile iki ülkenin karasuları sınırı (3 mil) tespit edilmişti.
Dolayısıyla Lozan Antlaşması, karasuları dışında kalan deniz yetki alanlarına ilişkin herhangi bir düzenleme ortaya koymamıştır. Bunun nedeni,kıta sahanlığı konusunun İkinci Dünya Savaşı’nı izleyen yıllarda gün yüzüne çıkan yeni bir tartışma olmasından ileri gelmesiydi. Zira bu dönemde petrol ve doğalgaz bakımından zengin deniz yataklarının keşfiyle birlikte devletler deniz yatağı üzerindeki egemenlik iddialarını artırmışlardır.
Günümüzde Türkiye ile Yunanistan arasındaki tartışmaları sonlandıracak en doğru adım, yeni bir anlaşma yoluyla Lozan Antlaşması’nda bahse konu olmayan kıta sahanlığının sınırlarının belirlenmesi olacaktır. Bunun yanında Yunanistan tarafından önce 6 mile, sonradan da 12 mile çıkarılmaya çalışılan karasuları sınırı tespit edilmelidir. Buna rağmenYunanistan’ın böyle bir anlaşmayı hiç gündeme getirmemesi oldukça ilginç ve çelişkili bir durumdur.
Nitekim Yunanistan’ın benzer bir anlaşmayı, İtalya ile haziran ayı başında imzaladığı, Arnavutluk ve Mısır ile de müzakere safhasında olduğu bilinmektedir. Hal böyleyken Yunanistan’ın Türkiye’ye karşı aynı diplomatik üslupla hareket etmemesive anlaşmazlıkları çözüme kavuşturabilecek müzakere süreçlerinden ısrarla kaçınması, her şeyden evvel diplomasinin ruhuna, uluslararası hukukun teamüllerine ve iyi komşuluk ilişkilerine aykırıdır.
Ayrıca Yunanistan’ın Avrupa Birliği ve Amerika’dan aldığı desteğe güvenerek deniz yetki alanlarını tek taraflı belirleme girişiminin yanı sıra Doğu Ege Adaları’nı, Lozan ve Paris antlaşmalarına mugayir bir şekilde silahlandırma çabası dikkat çeken bir başka hukuk dışı eylemdir. Benzer şekilde Atina’nın Ege Denizi’ni Yunanistan’ın ayrılmaz bir parçası olarak gören yayılmacı zihniyeti, Güneydoğu Avrupa ve Doğu Akdeniz’de barış, güvenlik ve istikrarı tehdit etmektedir.
Atina’nın uluslararası haritalarda hiçbir muammaya yer bırakmayan Türk toprağı Eşek adasını önce işgal etmesi ve ardından da adayı silahlandırma girişimleri, Yunanistan’ın Ege Denizi’ni adım adım gasp etme teşebbüsünün bir örneği olarak uluslararası toplumun önünde durmaktadır.
Bugün NAVTEX ilan edilen alanlara Atina’nın tepkisinin hukuki bir dayanağı yoktur. Bir defa Türkiye’nin egemenlik haklarıyla sıkı sıkıya bağlı olan temel bir hakkın kullanımı söz konusudur. Öte taraftan Libya ile imzalanan deniz yetki sınırlandırma anlaşmasından doğan meşru haklar icra edilmektedir. Dahası bu alanlar, usulünce Birleşmiş Milletlere bildirilen bölge içerisinde kalmaktadır.