Türkçe’nin onuncu uluslararası şiir şöleni Bişkek’te yapılmıştı. Türkiye Yazarlar Birliği koordinasyonunda yapılan bu organizasyona bendenizin de katılması uygun görüldü. Tanıdık, kadim dostlarla birlikte anayurtta geçen günler benim için çok değerliydi. Birkaç yerde Manas dinledim. Sözel kültür aktarımının bu denli güçlü ve gür olarak yaşadığı Kırgızistan benim için rüya gibiydi. Zaman tünelinde yolculuk gibiydi.
Sevindiren iyi şey her yerde Türkiye’nin imzasını görmekti. Bir de her yemekte çay vermeleri benim gibi bir tiryaki için bulunulmaz fırsattı. Kötü şey ise kırka yakın Türk ülkesinden gelenlerin hem siyasal düşünce olarak, hem de kültürel anlamda durdukları yerin bizlerden çok Rusya’ya yakın oluşuydu. En canımı yakanda hepsi Rusça bildikleri için aralarında iletişim sorunu yaşamadılar. Bir tek biz konuşamıyorduk.
Tabi bunu söylerken kör bir eleştiri yapmıyorum. Sovyetler yönetiminde yıllarca kaldıkları için bu durum kaçınılmaz. Ancak kendi açımızdan baktığımda bizim topraklarımızı biz bıraktıktan sonra Ruslar sürmüş üzüntüsüdür. Çok da akıllı davrandılar. Sosyalist devlet çökünce tek tek savaşa girmek yerine özerklikleri ya da devletçikleri kabul edip yönetimsel akıllı müdahalelerle kendine bağlı kalmalarını sağladılar. Bölgede Putin’siz bir şey yapmak imkansız hale geldi. Hatta bu sayede Çeçenistan yalnızlaştırıldı bile diyebiliriz.
Destanların savaşların gölü Işık’a giderken yol üstünde bir köy camisinde Cuma namazını kılmıştık. Caminin tuvalet olmak üzere çok ihtiyacı vardı. Ama, çoluk çocuk, çok samimi bir Cuma namazıydı. Bizdekiler bana daha bir resmi geldi. Bilmem hangisi doğru… Orada gördüğüm bir şey daha vardı, sistemin yıllarca baskı ve yasağı sadece insanların gelenek ve değerlerine daha sıkı sarılmalarını sağlamış, açlıklarını artırmış. Bu artık toplum mühendisliği peşinde olanların anlaması gereken sosyolojik bir gerçekliktir. Peki toplum mühendislerinin yaptıkları bir işe yaramamış mı? Başta bahsettiğim sözde aydın bir azınlığı asimile etmeyi başarmışlar. Bize ne kadar benziyor değil mi?