Güneş, nurdan örtüsünü arzın üzerinden toplayıp o kalabalık şehre elveda dediği zaman yoldadır babalar. Kalabalık şehrin keşmekeş trafiğiyle boğuşulduktan sonra nihayet evin sokağına varılır. Ellerinde ekmek poşeti, ağır adımlarla ölçerler kaldırımları. Akşama dek envai işlerde yorgun düşmüş omuzlar, evlerinin sokağına girdiklerinde, hanelerinin bulunduğu sokağa göz ucuyla nazar ettiklerinde, bütün yorgunluklarını unuturlar. Tatlı bir heves doldurur içlerini. Biraz sonra evin kapısı çalınacak, hane halkıyla günün hasreti giderilecektir. Zil çalar, babanın bacaklarına yapışır çocuklar, yüzlerde tebessüm, ailede huzur var.
Aile, çalkantılı denizlerden, şimşeklerden, fırtınalardan sığınılacak bir limandır. Unutulacaksa dertler burada unutulur. Saklanacak sırlar, en derin çukurlara burada gömülür. Gözler, gözlerde huzuru arar, bulur.
Onlar, alın teriyle kazanılmış soğan-ekmeği, haramla kazanılmış dünyalara değişmeyen, bu çağın müstesna kahramanlarıdır.
Helal kazanç için erkenden kalkar babalar. Bu uğurda kimi bedeniyle çalışır ter döker; kimi de beyin işçisidir, masa başında. Kimi, bir arabanın altında anahtar sıkar, kimi sokak süpürür. Kimi, hamaldır, dünyayı taşır sırtında; kimi, öğretmendir tahta başında, ana-babalık eder onlarca çocuğa. Hapsinin derdi bir: “Âleme muhtaç olmadan bu fani dünya yolculuğunda, ailesinin rızkını temin etmek.” Merhum Mehmet Akif, ne güzel söylemiş:
“Bu dünyada kim kazanmazsa bir ekmek parası”
Dostunun yüz karası, düşmanının maskarası
Helal rızık uğruna her türlü sıkıntıya katlanır onlar. Şikâyet etmezler. Ne erken kalkmaktan, ne çok çalışmaktan, ne de ekmek parası uğruna, ham insanların kahırlarına katlanmak zorunda kalmaktan şikâyet etmezler. “Ekmek parası” der, katlanırlar.
Bir de haram lokma vardır ki bal olsa boğazlardan geçmeyen, geçse bile yiyene hayır getirmeyen. Haramla beslenmiş bir vücuttan anaya-babaya, vatana-millete hayır gelirse şaşmak gerekir. Zakkum ağacının meyvesi acı olur. Eskilerin, muzır işler yapanlar için “haramzade” tabirini kullanması ne kadar manidardır. Haram lokmada kul hakkı vardır, tüyü bitmemiş yetim hakkı vardır. Bu da yakar, kül eder insanı. Ateşinin harareti cehennemi aşar da bu dünyada bile yakar sahibini.
Kimi babalar da vardır ki işsizdir. Allah korkusuyla harama bulaşmaz, helal yoldan da iş bulamaz. Akşam olur, eve ekmek götüremez. Cepte beş kuruş yoktur. Evdeki yavrunun bırakın çikolatası, sütü bile yoktur. Baba mahzundur, boynu büküktür. Akşama kadar kapı kapı dolaşıp iş aramasına rağmen o gün de işsiz bir baba olarak dönmüştür eve. Evin hanımı da hanımdır hani… “Üzülme bey, Allah kerimdir, yeter ki seni başımızdan eksik etmesin.” der.
Bazı evler de vardır ki akşam eve ekmek getirecek bir babadan mahrumdur. Günün birinde Hakkın rahmetine kavuşmuştur baba. Yetim yavrular Allah’a emanettir. Allah’a ve müminlere… Akşam oldu mu bir hüzün çöker. Camdan dışarı bakmaktadır küçük Ali. Babalar eve dönmektedir, ellerinde poşetler. Ali’nin babası cennettedir. Yutkunur Ali. Boğazında bir şeyler düğümlenir. Babasına sarılacağı günü beklemektedir hasretle. Bilir ki ölüm bir gurbettir biz müminlere. Derken kapı çalınır. Gelen, Ali’nin dayısıdır, kollarında poşetler…
“-Ne gerek vardı abi, daha dün ev alışverişimizi yapmıştı Ali’nin amcası,” der, Ali’nin annesi.
Allah, sahip çıkar yetime, yetimin çevresiyle. Babası olmayan Alilere, babadır bütün babalar…