Kütüphaneler, okuma saraylarıdır. Gerek mimarisiyle, gerek iç donanımı, dizaynı ve kitap zenginliğiyle ilk görüşte kendisine âşık olacağımız kaç tane kütüphanemiz var.
İstanbul gibi büyük bir şehirde yaşadığı halde, şehrin büyük kütüphaneleriyle, o da zorunluluk olursa, üniversite yıllarında tanışabilen çok gencimiz var. Ömrü boyunca bir kütüphaneye adım atmamış insanlarımızın sayısını tespit etmek için ankete ihtiyaç yok sanırım.
Bir çocuğun kütüphaneyle tanışması, kütüphaneye üye olması, ödünç kitap servisinden kitap alıp iade etmesi; iyi bir okuyucu olma yolunda önemli bir kilometre taşıdır. Bir hafta sonu çocuğumuzun elinden tutmalı, mesela taksim Atatürk Kitaplığı’nı ziyaret etmeliyiz. Beşiktaş sırtlarındaki muhteşem boğaz manzaralı bu kütüphane, âşık olunası mekanlardandır. Bir günde birçok kütüphaneyi ziyaret etmek isteyenlere ise Beyazıt semtini tavsiye ederiz. Birbirlerine yürüme mesafesinde olan; Beyazıt Devlet Kütüphanesi, İstanbul üniversitesi Kütüphanesi, Süleymaniye Kütüphanesi, Beyazıt Halk Kütüphanesi, İstanbul Üniversitesi yazma Eserler Kütüphanesi… Görülmeğe değer kütüphanelerdendir.
İlkokul birinci sınıftan itibaren çocuklarımıza kitap okutuyoruz. Dördüncü sınıf seviyesinden sonra, velinin ve öğretmenin bilinçli yaklaşım niteliğine göre hikaye ve roman türüne geçiliyor.
Bilinçli veli; okuyan, okutan veli…
İnsanoğlu, iletişime anne karnında başlıyor. Son aylarındaki bir yavru, anne karnında sesleri duyuyor. Dış dünya ile iletişimi, henüz doğmadan başlıyor. Dolayısıyla, hamile bir annenin uğraşısı, heyecanı, stresi bebeği doğrudan ilgilendiriyor.
Yeni doğmuş bir bebeğe, masal okunmaz elbet ama, ninni kültürümüz çok önemli. Ninnilerle büyümeli bebekler. Altı aydan sonra ise bebeğimizin masal kitapları olmalı, iri boyutlu, rengârenk, cıvıl cıvıl bu kitaplardaki resimlerin bile gösterilmesi yeterli başlangıç için. Bir yaşından sonra, çok kısa olay örgülü masallar; çocuğun gelişim seviyesine göre de iki yaşından sonra, masal okuma moduna geçilebilir.
Bir çocuğun, aklı yettiği günlerden sonra ev ortamında gördüğü kültürel yaşantı, yeteneklerini ve karakterini oluşturur. Gül her yerde yetişebilir ama gülşende yetişen gül, has güldür.
Altı aydan sonra çocuğun masal kitapları ve karalamalar yapabilecek defteri olması gerekir. Kitap okuyan anne-baba figürü çocuğun okuma alışkanlığı kazanma yolunda ilk basamaktır. Anne babası kitap okumayan bir çocuğun ileride iyi bir okuyucu olabilmesi için okuma hayatına; bu ilk basamağı teğet geçip, direk ikinci basamaktan başlaması gerekir. Çoğu çocuk bunu başaramaz. İkinci basamağa erişemez ve kitaba dost olamaz. Kitap okumayan anne-babaların bu konuda “benim çocuğum okumuyor” diye şikâyet etmeye hakkı yoktur.
Yıllarca Rusya’da kalan bir arkadaşım, Rus köylülerinin dahi evlerinde zengin birer kütüphane bulundurduklarını, köylülerin dahi iyi birer okuyucu olduklarını söylemişti. İlginç değil mi. Okuyan, kütüphanesi olan bir Anadolu köylüsü hayal edebiliyor musunuz? Çoğunuzun tebessüm ettiğini görür gibi oluyorum. Mühendisi, doktoru, hâkimi; hatta öğretmeni bile okumayan bir toplumun köylüsü niçin okusun ki…
Kaç tane çocuğun gözünü açtığı evde kitaplık var. Evinde bir raflık kitabı olmayan milyonlarca ailemiz vardır. Tanzimat döneminde alafranga hayat modasına kendini kaptırıp, aydın görünmeye çalışan birtakım zevat, evine büyük kitaplıklar yaptırıp metre işi kitap sipariş edermiş, bu da ayrı bir konu, oraya girmeyelim. Kitaplıktaki her bir kitap, ailenin ferdi gibidir. Çocuk, önceleri kitapların fiziksel varlıklarını keşfeder. Boyunun yetişebildiği rafları boşaltır. Onlardan kuleler inşa etmeye çalışır. Yaşı ilerledikçe onların, mutlaka tanışılması gereken birer baba dostu olduğunu, başı sıkıştığında hangisi ile istişare yapması gerektiğini öğrenir. Her bir kitap, aslında yazarının ta kendisidir. Asgarisinden, üç yüz farklı yazarın kitabına kitaplığında yer veren bir aile, aslında evinde her daim, üç yüz adet seçkin yazardan bilfiil danışmanlık hizmeti alıyor demektir.
Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım, Anadolu’nun küçük bir ilçesinde geçti. Kütüphane ile tanışmam, henüz 3. Sınıfta iken, öğretmen çocuğu olan sınıf arkadaşım Hasan sayesinde oldu. Hayatımda o günü unutmam mümkün değil. Oysa mevzubahis olan, küçük bir çocuk kütüphanesi. Şu an dahi, o gün soluduğum eski kâğıt kokusu hatırımdadır. İri ebatlı, iri resimli, renkleri ışıl ışıl bir masal kitabını raftan almış ve oturup okumuştum. Üzerinden, otuz yılı aşkın süre geçti, o sayfalar hala gözümün önündedir. Ha bu arada, bu ilk kütüphane ziyaretimi anne-babamdan izinsiz olarak gerçekleştirmiştim. Günümüz bilişim tuzaklarının hayalinin dahi olmadığı o yıllarda, en geç haftada bir, kütüphanenin yıllanmış kağıt kokusunu teneffüs edip ödünç aldığım kitabı değiştirmek, benim için çok özel bir haz idi. Çocuk kütüphanesinin bir üst katı halk kütüphanesiydi. Liseye geçince, kütüphane üyeliğim de bir üst kata terfi etmiş oldu. Oradan da epeyce kitap okuduğumu hatırlıyorum. Üniversite yıllarımda ödünç kitap almada favori adresim, İstanbul Büyükşehir Belediyesine bağlı “Taksim Atatürk Kitaplığı”ydı. Tek seferde çok sayıda kitap alabiliyor olmam ve bu kitaplığın eşsiz manzarası beni buraya çekiyordu. Buradan aldığım ödünç kitaplardan biri, hırsızlara kaptırdığım çantayla elden gitmişti. O zaman, piyasa baskısı da bulunmayan o kitabı, Yaşar Kemal’in Sarı Sıcak, çok uğraşmama rağmen ikinci el kitap satan yerlerde de bulamamış, kütüphaneye, yazarın başka bir kitabını zorla kabul ettirmiştim.
Çocuğunuza, iyi okuma konusunda örnek olamıyorsanız, en azından iyi bir okuyucu ile arkadaşlık kurmasını sağlayın. Bazı duygular, zevkler bulaşıcıdır. İyisi de bulaşır, kötüsü de. Kitap kurtluğu da bulaşıcıdır. Sayfa sesi damarlarına zerk olunan bir insan, okuma derdinden, ölünceye dek kurtulamaz.