Söze şu soruyu sorarak başlayalım. Kendi içerisinde yeni ulus devletlere, bağımsızlıklara izin vermeyen, hoş görmeyen Batı(l) dünyası, neden bizim coğrafyamızda olmasına hoş bakıyor, destekliyor?

Yeni dünya denkleminde hususan bizim bulunduğumuz coğrafyada kurulacak ulus devlet(cik)ler, küresel aktörlerin karakolu, piyade birliği olmaktan öteye gidemezler. Yeni dünya anlayışında devletler ya da toplumlar birleşerek etkili bir güç olabilirler. Ulus devlet modeli hiçbir zaman büyük lokmaya talip olmaz; “az olsun, benim olsun” der.

Yüz yıl önce coğrafyamızı dizayn eden, Kürtleri 4 parçaya (uzun vadeli planlarında kullanmak üzere) ayıranlar, o zaman “Kürdistan”ı kur(dur)amaz mıydı? Elbette ki kur(dur)abilirdi. Ki o dönem konjonktür, şu ankinden daha uygundu. Hal böyleyken Batı’nın şuanki “Kürdistan” aşkına nasıl kanabiliriz, nasıl hüsn-ü niyetle yaklaşabiliriz? Bu coğrafyada yaşayan diğer etnik unsurlardan ziyade en çok biz Kürtlerin bu durumun farkında olması lazım. Tarihin hiçbir evresinde Batı bize dost olmamıştır, olmaz.

“Arapların, Türklerin o kadar devleti var bir şey olmuyor da Kürtlerin devleti olunca mı ümmet yara alıyor? ” deniyor. Mesele Arapların ya da Türklerin devletleri değil elbet. Ve elbet salt Kürtlerin devletinin olması ümmet için menfi faktör değil. Mesele şu ki Küresel çete ve Siyonlar, bu coğrafyada uzun vadeli plan ve oyunlarını Kürtler üzerinden (Kürtleri yüz yıl önce 4 parçaya böldükten sonra, Sykes-Picot’un ikinci ayağı mahiyetinde olan) kuruyorlar. Şimdi de güya hamilik rolüne bürünerek, milli duygularımızı okşamak yoluyla bizleri esaret altına almaya çalışıyorlar. Yüz yıl önce bir sürü Arap kabile devletlerini kurup başlarına birer vali atarak kukla haline getirdiği devletlerin hangisi özgün, özgür? Zannediyor musunuz ki Küresel çetenin himayesinde kurulan Kürdistan özgün ve özgür olacak? Barzani’nin ve bütün Kürtlerin, bu realiteyi rehber edinmesi gerekir.

Geçmişimiz her şeyi gün gibi ortaya koyarken, Küresel çete ve Siyonlarla kurulacak bir dirsek teması veya sırt dayaması Kürtlerin hayrına olmaz, olmayacaktır. Küresel çete ve Siyonların, “arz-ı mev’ud” planları hepimizin malumu. Bugün, ellerinde İsrail bayraklarıyla kutlama yapanlar, dün, ABD Irak’a girdiğinde, ABD bayraklarıyla kutlama yapanları unutma gafletindeler. Dün Irak’a lâyık gördükleri muameleyi, yarın muhtemel bir Kürdistan’a da lâyık görmeyeceklerini mi sanıyoruz? Ne Kürtler adına, ne de Millet-i İbrahim adına böyle bir girişimde bulunma lüksümüz yok. “Biz Osmanlı’yı parçalarken Kürtlere devlet kurma fırsatı tanıdık, ama onlar bizimle savaşmayı tercih ettiler” der İngiliz yazar Nick Danforth. Yeniden büyük bir imtihanla karşı karşıyayız, bu imtihanımızı da vermeliyiz.

Her ne kadar geçmişte, Cumhuriyet tarihinde Kürtlere yönelik insanlık dışı uygulamalar yapılmış, arızalar yaşanmış olsa da istikbalimiz, bin yıllık hukukumuz olan kaderdaşlarımızladır. Adil ve kardeşlik esaslarını ihtiva eden bir “bütünlük” için kafa yormalı, çalışmalıyız; ayrılık, bölünme kimseye fayda getirmez. Niyetimiz ve gayretimiz, son iki yazımda ifade ettiğim gibi “Anadolu, Mezopotamya Birliği”ne yönelik olmalı.

IKBY’nin referandumundan sonra ekseri Türkiye sosyolojisinde hâkim olan (milliyetçi, taassubi) atmosfer ve kısmen politikacılarda hasıl olan dile dikkat edilmesi gerekir. Türkiye’deki hassas dengeyi gözetmeli, gönül bağlarını kopartıcı ithamlardan kaçınmalı, ayrışmalara sebep olacak tutumlardan uzak durulmalı. Bununla birlikte İran’ın ipiyle kuyuya inilmeyeceği gerçeği unutulmamalı. İran’ın gazlamasıyla hareket edilecek olursa, avuçlarımızın içinde olan IKBY’yi ve güney cephemizi kendi ellerimizle Batı(l) emperyalizmine ve Fars emperyalizmine teslim etmiş olacağız.

Ressam Bob, “Şuraya da yeni bir Acem entrikası çizelim” demiş midir?!