İnsanlar arasında fikri çatışmaların ve ihtilafların olması kadar pek tabi bir hal yoktur. Tecrübeye, fikriyata ve hissiyata dair farklılıklar ve ayrılıklar, insanlık tarihinin her safhasında kendini göstermektedir. Fikri çatışmalar, yanlıştan doğruya, darlıktan genişliğe ve eskiden yeniye ulaşmak için insanlığa muazzam fırsatlar sunmaktadır. İslam’ın klasik yapıtları irdelendiğinde, tartışma ya da istişare usulünün, “bârika-i hakikat, müsâdeme-i efkârdan doğar” düsturu üzerine kurulu olduğu görülür. Buradaki temel amaç ve yaklaşım, karşı fikrin ifna edilmesi (yok etmek)  değil, bilakis ihya edilmesidir.

Yeni Zelanda’da meydana gelen elim terör hadisesi, kâğıt, kalem ve mürekkebin zaman içerisinde nasıl kurşun, şarjör ve silaha dönüştüğünü bir kez daha gözler önüne sermiştir. Batı dünyasının çatışmadan beslenen devletlerinin Soğuk Savaş Dönemi sonrasında terör üzerinden İslam’a karşı ısrarlı bir biçimde yürüttükleri nefret söylemi ve kendi toplumlarında oluşturdukları psikolojik tahribat Yeni Zelanda’da yeniden ete kemiğe bürünmüştür.

Batı medyasının uzun süreden beri “Müslümanları şeytanlaştırıcı” haber, karikatür ve görüşlere yer veren yayınlarla çift taraflı katliamlara davetiye çıkardığı görülmektedir. Dolayısıyla bu iddianın etraflıca ele alınıp tartışılması, tahribata uğrayan psikolojilerin ihyasında önem arz etmektedir. Benzer şekilde Hıristiyan Batı’yı bir çırpıda topyekûn haçlı ruhuna hapsetmenin İslami bir bakışı yansıtmadığını, aksine çatışmacı kapitalist bir fikrin yansıması olduğunu idrak etmek mühimdir. Bu yüzden kalem ehli, yazıya döktüğü mürekkebin kime ait olduğunu defalarca düşünmelidir.

Batı’nın terörü tanımlarken düştüğü hatalı yolun izini takip ederek, makul bir çözüme ulaşılamayacağı aşikârdır. Kitle psikolojisine tutsak olmadan, bu noktada, İslam İşbirliği Teşkilatı, Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler ortaklığıyla, terörizmin dini, ırkı ve cinsiyeti olmadığı yönünde ve terör rantıyla mücadele kapsamında bir kamu diplomasisi yürürlüğe konabilir. Tekil hadiselere çoğul sonuçlar yükleyerek “Medeniyetler Çatışmasına” yollar döşemenin, hangi akla ve insanlığa hizmet edeceği sorusu bu bağlamda ele alınabilir. Yine, yukarıdaki kuruluşların desteğiyle saygın sanatçı, sporcu, yazar, siyasetçi, ticaret erbabı, din adamları ve bilim insanlarının yer aldığı projelerle “hiçbir dinin, fikrin ve düşüncenin terörü desteklemediği” üzerine çalışmalar planlanabilir. Elbette tüm bunlar terörizmi sonlandırmayacaktır. Zira ortada bir tür terör girişimciliğine dayalı ciddi bir terör rantı vardır. Ancak buradaki amaç terörizm ile dinler arasında kurulmaya çalışılan bağı yoğun bir kamu diplomasisiyle akamete uğratmak ve bu sayede toplumları psikolojik tahribattan korumaktır.

Yeni Zelanda’daki terör vahşetinin görüntülerinin insana “bilgisayar oyunu” hissi vermesi üzerinde de durmak icap etmektedir. Dünya genelinde müthiş talep gören ve özellikle gençleri tuzağına düşüren “öldürme endüstrisi bilgisayar oyunlarının” yol açtığı ruhsal tahribatın masaya yatırılması da kayda değer sonuçlar verebilir. 10 Haziran 2017 tarihli “Terör rantı” adlı yazımda, “terör rantı nedeniyle umulmadık ülkelerde, umulmadık zamanlarda bir ‘terör hadisesi’ ortaya çıkabilir artık” şeklinde bir ifade kullanmamım nedeni, insan öldürmenin ciddi bir gelir sağlayan eğlence endüstrisine dönüşmesi karşısında duyduğum endişeydi.

Haçlılar ile cihatçılar veyahut adını zikretmediğim başka eşleştirmeler inşa ederek, bunlar arasında çıkartılmaya çalışılan kanlı çatışmaları ve tehditkâr söylemleri, savaş endüstrisinden ne kadar uzak tutabiliriz? Bu gerçeğin farkında olarak Batılı ülkelerin sağduyulu kesimleriyle irtibata geçmek ve işbirliği içerisinde beraber hareket etmek önemli bir sorumluluk alanı oluşturmaktadır. Birçok koldan Batılı ülkelere ve toplumlara sirayet etmiş olan, “üstün, seçilmiş ve iyi olan sadece bizleriz” anlayışına karşı, Batı’dan kopuk bir vaziyette mücadele etmenin güçlüğü ortadadır. Her ne kadar iyi kurgulanmış ve örgütlenmiş olsa da, günümüzde Batılı ülkelerde varlık gösteren birçok kişi ve kuruluş, Batılıların, kendi görüşlerine uymayan hayatları ve kültürleri acımasızca yok ederek dünyayı ele geçirdiklerini yüksek sesle dillendirmektedir. O nedenle Batı’nın yerleşik kapitalist fikri düzenine karşı Batı’da daha etkin bir mücadelenin var olduğu yadsınamaz. Sağduyu sahibi bu kesim ile işbirliği yolları aramanın ve terörün endüstriyel yönü üzerinde ortak projeler üretmenin olumlu sonuçlar vereceği açıktır. Yeni Zelanda terör saldırısı tüm acılarına rağmen terörle mücadelede bârika-i hakikate ulaşmak için iyi bir fırsat sunmuştur. Dolayısıyla terör rantçılarının tuzağına düşmeyecek şekilde bu fırsatın iyi değerlendirilmesi elzemdir.