Yeni Türkiye söylemi sulandırılmadan önce konuşmamız gereken asli konulardan birisi de “İslam iktisadı” meselesidir. Bu bağlamda şu iki şeyi net olarak anlamamız lazım: birincisi biz tarihsel tecrübemizin olmadığı, tarihsel tecrübenin bizi tümüyle aydınlatmadığı bir imtihanla imtihan edilmekteyiz. İkincisi geri döndürülemez derecede bu çağın içine girdik. Pergelin sivri ucunu kalbimize saplayıp (İhlas ve iman) yola devam etmek durumundayız. Savaşı kaybetmiş toplumlardan bahsederken, Tonby’nin tanımladığı (aynı zamanda dayattığı) Herodion (teslimiyetçilik) veya Zeolot (reddiyecilik/uzlet) tavırlarından başka üçüncü bir seçeneğin varlığına inanarak başlamalıyız yolculuğumuza. Herodion olamayacağımız aşikâr. Zeolot tavrına ise ancak yeni filizlerin yeşereceği koşullar oluşuncaya değin bir tohum dönemi olarak görüp saygı duyabiliriz.
Esasen iktisat bir insan tasavvuruyla başlar. Modern iktisadın “ihtiyaçları sınırsız insanı” mutasavvıflarımızın hayvani ruh diye adlandırdıkları nefsi emareye saplanmış eksik insan tasavvurudur. Kaynakların sınırlı olması ise olsa olsa bir vehimden ibarettir. Yani modern iktisat teorileri, bir vehim ve ufuksuzluk üzerine inşa edilmiştir. Modern iktisat “kaynakları sınırlı, ihtiyaçları ise sınırsız” olarak tanımladığı için önce üretimi kutsamıştır. Kutsanan üretimin şişeden çıkan cin gibi azdırılması, tüketimin de azdırılmasına neden olmuş, böylece tüketmek için üretmek, üretmek için tüketmek kısır döngüsü ortaya çıkmıştır. Oysa bir amaca ve ihtiyaca karşılık gelmeyen üretim, esasen bir cinayet ve kaynak israfıdır. Mesela avcılık helaldir; ama yemeyeceğin canlıyı avlamak haramdır. Biz bu hakikati Cenabı-ı Allah’ın “Hay” sıfatıyla biliriz. Allah diridir ve diri olanı sever. Yemeyeceğin bir hayvanı öldürmek, tüketmeyeceğin bir şeyi üretmek kaynakların öldürülmesi demektir. Üretimin dayandırıldığı bu ontolojik kutsama, doğal olarak üretim araçlarının “ne”liğini ve “nasıl”lığını da etkilemiştir. Kapitalizmin oluşumunda nasıl ki üretim artık canlılığın yok edilmesine yol açacak bir sürece girdiyse, üretim yöntemleri de benzeri şekilde insan ve evreni yok edecek bir şekle dönüşmüştür. Üretim önce organik bir şey olmaktan çıkartılmış ve mekanikleşmiştir. Akabinde bu mekanikleşme insanın kendine yabancılaşmasına yol açan bir üretim sistemlerine dönüşmüştür.
Bugün İslam iktisadı meselesini konuşurken, sadece amaçların dile getirildiği teorik bir zeminin ötesinde, meselelere bizim bütünlüğümüzü sağlayacak şekilde araçlarımızı, yöntemlerimizi sorgulayarak ve ıslah ederek yaklaşmalıyız. Mesela şu mantıksal önermeyi yeniden ele almalıyız: İslam’ın hâkimiyeti için güçlü olmalıyız, ekonomik güç için daha fazla üretmeliyiz, daha fazla üretmek için daha fazla çalışmalıyız. Çünkü bu mantıksal dizgiyle gittiğimiz sürece mesai saati anlayışı, üretim tekniklerinin insan doğasına aykırı tarzı, üretimin örgütlenme modeli vb. meseleler sorgulanmayacaktır. Sonuçta belki “gavur” gibi güçlü olacağız; ama gavura benzeyen yönümüz, sadece güçle sınırlı kalmayacak şekilde de özde de gavur gibi olacağız. Allah muhafaza etsin!
Eski Türkiye’de bütün meseleler “politik güç” üzerinden okunmaktaydı. Yeni Türkiye’de ise meselelerimizi “daha incelikli ve derinden” okumak zorundayız. Bilgiyi tekelleştiren, tekelleşmiş bilgi ve kurumlar üzerinden insanı güçsüzleştiren bu çağa karşı insanı tüm boyutları, tüm gerçekliğiyle yeniden merkeze alan bir anlayışı ayağa kaldırmak zorundayız. Bunun da yollarından birisi yeniden bilgi üretmekle mümkün. Yeniden iktisat bilgisi üretmek de bunun bir parçası elbette.