MİLLET, kendisinin anlaşılmadığını anlarsa ne yapar?

Türk siyâsî tarihi, milleti anlamayan siyâsî partilerin mezar taşlarıyla doludur.

Siyâset, milletten alınan güvenle milleti iktidara taşımanın adıdır.

Eğer siyasetçi, milletten aldığı gücü kendine ait görür de sandıktan çıkan millet iradesini “Ancak sandığa kadardı, bundan sonrası bana ait!” şeklinde yorumlar ve sırtını millete dönerse, millet bu durumda yeni alternatifler geliştirerek kendi kendisini çaresiz bırakmaz.

Millet, kendisinin farkında olan bir güçtür. Çünkü özellikle demokrasilerde, sandığı hep bu kuvvetini yansıtarak kullanmıştır.

Tek partili Şeflik Dönemi’nde CHP, tek başına girdiği seçimlerde milletten koparak ve millete rağmen bu ülkeyi yönetmeye kalkışmıştır.

Bu aziz millet, söz konusu tek taraflı arzu karşısında sessizliğe bürünmüş, ama önüne çıkan ilk fırsatta kendisine yepyeni bir yön çizmeyi bilmiştir.

Demokrat Parti, milletin beklentilerini karşıladığı için hâlâ anılan bir kıymettir.

DP’den sonra merkez sağda yer alan siyâsî partilerin, milletten aldıkları oyu Ankara’nın karanlık dehlizlerinde kurban etmelerinden ötürü, bu cenaha karşı sürekli bir güvensizlik hâli zuhûr etmiştir.

Çünkü merkez sağ siyâsette millet, sandık gününe kadar sınırlandırılmıştır.

Sandıkla Ankara’ya gidenler, sandıktan sonra ise milletin verdiği gücü dar alan milliyetçiliklerine tutsak ederek ve dahi sistemi kontrol eden güç odaklarıyla gizli ittifaklara girerek, millete rağmen bu ülkeyi yönetmek istemişlerdir.

Aslında merkez sağ siyâset, sol Kemâlizm üzerinden izlenen laikliği pozitivist bir anlayışla şekillendiren gücün milleti ötekileştirmesini, kendisi için bir fırsata dönüştürmüştür.

Ve böylece milletin dinî duyarlılıkları üzerinden; kimi zaman meydanlarda Kur’ân öperek, kimi zaman başörtüsü takarak, kimi zaman “nurlu” unvanlar edinerek, Ankara’nın ötekileştirdiklerini, kendisine fırsat politikası hâline getirme yolunu seçmiştir.

Millet böylelikle önemli ölçüde iktidar olmamıştır hiçbir zaman. Çünkü Ankara’nın, bu baskıcı ve ötekileştirici politikalarının yanında millete biçtiği “Vazifeniz sadece sandığa kadar!” rolü aşılamamıştır.

Ancak millet de durmamıştır!

Türkiye’de, Millî Selâmet Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisi ile süregelen millî gelenek, yerlilik ve millîlik düşüncesiyle kendi mahallerine sahip çıkma ihtiyacı hissetmiştir.

Görülmüştür ki merkez sağ ve merkez sol, Türkiye’yi taşıyamamaktadır. Hatta ülkeyi içeri tutsak etmektedir. O hâlde Türkiye’nin millî genleri hatırlanmalı, bir taraftan İslâm ve bir taraftan da Türk dünyası, artık fark edildiğini fark etmelidir.

MHP ve MSP, Türkiye’de bir anlamda milletin sandığa kadar olan sınırlarını Ankara’ya taşımıştır.

Bunu gören merhum Özal, milleti merkeze koyan çıkışı yapmış ve millet de kendisini sahiplenmiştir.

Ancak bütün bu çıkışların asıl kemâle erdiği hareket, AK Parti’dir.

AK Parti Hareketi’nde “sandık günü” sınır olmaktan çıkarılmış, milletin sandığa yansıyan ruhu ve aklı, sadece Ankara’ya değil, iktidara taşınmıştır.

AK Parti Hareketi, milleti anladığı için dip dalga boyunun hep üzerinde kalabilmiştir.

AK Parti Hareketi, Anadolu topraklarında vesayete ve ötekileştirmeye itiraz ettiği ve de milletin iktidarı olduğu için 15 yıl bu noktayı korumuştur. Bu çizgide durmaya da devam edecektir.

Fakat burada bir detayı da ifade etmeliyiz…

AK Parti’nin, ciddî anlamda dip dalga boyunun zirvesinde durması için, 15 yıllık iktidarı boyunca başardıkları üzerinden yeni bir dil ve yeni bir yazılıma ihtiyacı vardır.

Çünkü AK Parti iktidara geldiği yıl doğan çocuklar, bugün 15 yaşındalar! Yahut o yıl 5 yaşındaki çocuklar, bugün 20 yaşındalar… Veya 15 yaşındakiler, bugün 30 yaşındalar…

Böylece bir anlamda 90’lı yılların enkazını devralmış, o enkazın bütün olumsuzluklarını tasfiye etmiş, tek partili Şeflik Dönemi’nden bu yana uygulanmış bütün ötekileştirici ve baskıcı politikaları dönüştürerek milleti merkeze taşımış, 15 yıl boyunca Türkiye’nin aklen ve fiziken tekâmülünü gerçekleştirmiş AK Parti, aslında kendi nesillerini, kendi çağdaşını ortaya çıkarmıştır.

Doğal olarak bu büyük başarı, beraberinde kendi iç dinamiklerinden ortaya çıkan rekabeti de önümüze koymuştur.

AK Parti, kendisiyle ve başardıklarıyla rekabet etmektedir!

15 yıl boyunca siyâsî ve iktisadî anlamda, demokratikleşme-özgürleşme-zenginleşme bağlamında Türkiye’yi dönüştürerek geldiği noktada, AK Parti açısından doğal bir sonuç meydana gelmiştir.

Ortada elle tutulur ve gözle görülür bir başarı hikâyesi vardır. Ancak bu hikâye üzerinden yeni bir öykünün parametrelerini derlemek ve bunlar üzerine yeni bir yazılım inşâ etmek mecburiyetindeyiz.

Artık 15 yıl önceki dünya yok. 15 yıl önce dünya, 11 Eylül saldırılarının üzerinden farklı bir yola girmişti. Bugün terörle özdeşleştirilmek istenen İslâm’a yönelik ciddî saldırılarla karşı karşıyayız.

Hatta tek tipçi dünyaya karşı, millî devlet bilincine sahip çıkarak, bölgesel ittifakların yeniden konuşulduğu bir zaman dilimindeyiz.

Küreselleşme, hiç düşünemediğimiz kadar sert bir formatla dünyayı dönüştürmek istemektedir. Bunu başarmaktadır da…

Arap Baharı üzerinden okunan süreçte, “İslâm, demokratikleşme ve laiklik” düşüncesini bir araya getirmeyi başarabilmek umuduyla küresel sistemin giriştiği bu hamleden, Müslümanların gösterdiği tepki sebebiyle vazgeçilmişti.

Ancak bu vazgeçişle birlikte küresel sistem, yüz yıl önceki soğuk savaş gündemini âdeta yeniden oluşturmak istercesine, darbeleri dahi meşrulaştırma boyutuna girmiştir.

Bu sebeple, gelinen bu nokta üzerinden, yaşadığımız coğrafyadaki küresel politikalarımızı, tüm farklılıklarımızı bir araya getirerek yeniden konuşmalıyız.

İşte bu sebeple, söz konusu yeni dil ve yeni yazılımı gerçekleştirmek zorundayız!

Buna tüm insanlığın ihtiyacı var!

Bunu başaracak güç, AK Parti Hareketi’dir.

Bunu başaracak güç, “Recep Tayyip Erdoğan”dır!

***

@mkulunk: “Bütün meselemiz, iyi olmak, iyi anılmak ve bir hoş seda bırakmaktır. O hâlde yoldaki taşı kaldırarak başla hayata, sonra bir yetimi sevindir!”