Sophokles şöyle diyor; Başkasına yararı dokunan insan en kusursuz insandır.
Yardımsever olabilmek, beklentisiz verebilmek çok nadir insanlara nasip olan üst düzey bir insanlık halidir. İnsanoğluna kolay ve basit yapılabilecek bir değer gibi gözüksede, çoğu insan yardımsever olmayı beceremez. Sadece yapabileceğini / yada yardımsever insan olduğunu sanır.
“Yardımsever olmakta ne var, bir dilenciye üç kuruş para atmanın nesi zor”, “bir öğrencinin ihtiyaçlarını giderebilirim, yada bir yetimi sevindirebilirim vb. gibi çok kolay cümleler geçer insanın içinden, ama çoğu insan yapamaz bunu.
Yardımsever olmak ile kendisini yardımsever sanmak, farklı şeylerdir.Beklentisiz ve çıkarsız yardımsever olan insan sayısı azdır toplumda.
Peki, yardımseverliği basitleştirip, çok kolay yapabileceğimiz birşey sanıyoruzya, gerçekte bu kadar basit mi ?
Basit gibi gözüken yardımsever olma halimizi düşündüğümüzde; Birilerine menfaatimiz olmadan en son ne zaman yardımsever olduk?
Bu sorunun cevabını kendimizde aradığımızda ; düşünmek için zaman istiyoruz, evet düşünmek için zaman istiyoruz. Düşünüyoruz, en son kime nasıl bir yardımım dokundu diye..
Belkide uzun süre sessizlik ve düşünce hallerine bürünüyoruz, cevabı bulabilmek için.
İşte kör kuyu tamda burası…
Kendimizi müthiş kusursuz gören biz, en basit insanlık sınavında bile sınıfta kalmayı başarıyoruz…
Kendimizle yüzleşiyoruz, beklentisiz, çıkarsız, bir insana el uzatmayı, omuz vermeyi, ve sadece Allahtan rızasını gözeterek bunu yapmayı sıradan görüyoruz.
Ama yapmıyoruz ! Bunun için özel bir hareket biçimimiz yok. Denk gelirse rahatlığında yaşıyoruz.
Yalvarma derecesine düşene kadar kimseye kol kanat germiyoruz. Her şeye körleşmiş bir halde, sadece görmek istediklerimizi görüyoruz.
Sadece duymak istediklerimizi işitiyor, bu kalabalık gürültüler içerisinde sağırlaşıyoruz.
Farkındamıyız peki bu iç büyüklüğümüzün ? Bu egonun, kibirin, vasatlığın….
Kesinlikle değiliz…
Bazen doğum ve ölüm haberleri bizi ucundan sarsıyor. Doğan çocuklar içimize umut oluyor, ölümler ise kısa süreli etkilenmelerimizin önüne geçirmiyor bizleri.
Ruhsal anastezi altındayız.
Oysa aslında tersinden baksak hayata…
Şu dünyada her bir yaratığın tutunacak bir dalı vardır, ama insanın yoktur.
Bunu bir anlayabilsek..İnsan, evrende gövdesi kadar değil de , yüreği kadar yer kaplayabildiğinin idrakine bir ulaşabilmek.
Bunu biraz anlasak herşey değişecek.İnsan o zaman gerçek gücünü fark edecek. Kendisinden her anlamda güçsüz olanlara yardım etmeyi bir insanlık duruşu olarak görecek. Yardımseverliğin insan olmanın en önemli nedenlerinden birisi olduğunu idrak edecek.
İslamın temel değerlerinden birisi de insanlara yardım etmektir.Allah Resûlü ; “İnsanların en iyisi insanlara en çok yardım edendir” demiş, yardımsever olmanın değerini belirtmiş ve “Tebessüm bile olsa din kardeşine yardım et” diyerek tebessümün bile yardımlaşma olduğunu ifade etmiştir.
Yaratılan insanı sevmek , ona yardım etmektir. Aldatmadan, büyüklük taslamadan, Allah’ın verdikleri ile kendini birşey sanmadan, ölçülerinde insan kalarak yardımsever olmak gerekiyor. Karşındakinin eğilmesini seni yüceltmesini, seni övmesini bekleyerek yardımsever olmamak gerekiyor.
Birey olmanın hazzına almış bir insanın, malını,bilgisini ve sevgisini ihtiyacı olan bir insanla paylaşmaktan muazzam bir tat alır. Paylaşmanın asıl zenginlik olduğunun idrakine varır ve bu minvalde yardımsever olur.
İnsana almak kolay ,vermek ise çok zor gelir.Bu imtihanıdır insanın, ama buradaki asıl maksat ; gerçekten vermek ile karşılık bekleyerek verme arasındaki farktır. Gerçek yardımsever insanlar hem insanlar arasında değer bulurken, hemde Allah katında değerli olurlar.
Yazıyı Büyük Üstat Yaşar Kemal sözleri ile tamamlamak istiyorum.
“Şu dünyada yalnız kalan, kimsesiz çaresiz olan yalnız be yalnız insandır. Herkesin, her şeyin yaşaması, ölümsüzlüğü var, insanın yok. Ağaç, kuş, otlar, böcekler, yılanlar çiyanlar, hiç birisi, hiç birisi yok olmuyor. Ama insan yok oluyor. Çünkü insan kendinde başlayıp, kendinde bitiyor…”