Ben: Merhaba aziz dost.
O: Sana da merhaba. Hayırdır? Mevzu nedir?
B: Mevzu derin. Akıbetim ne olacak acaba benim?
O: Akıbetin için ne edersin, bir anlat bakalım.
B: Aslında iyi bir insan olduğumu düşünüyorum. Kimseye kötülük düşünmem. İyi niyetliyimdir. Yaratılmış mahlûkata zarar vermem. Kedi-köpekten tut da cümle hayvanata karşı merhamet gösteririm. Denizi kirletir diye kullanılmış yağı bile ayrı bir şişede toplarım. Evimdeki çöpü; metal, plastik, kâğıt ve cam olarak gruplandırıp üçe dörde ayırır öyle atarım. Özel araç alabilecek imkânım olmasına rağmen doğayı daha az kirletme adına toplu ulaşımı kullanırım. Elektronik eşya alacaksam üretici ülkenin emperyalist olmamasına dikkat ederim. Yerli üretim her zaman öncelikli tercihim. Moda takip etmem. Eskitmeden kıyafet değişmem. Böyle şeyler işte.
O: Bu dediklerini zararsız ateist de, anti-emperyalist de, “Green Peace”çi de yapıyor. Sen Müslüman adamsın, dinden-imandan, “efali mükellefin”den haber ver?
B: Allah’a şükür itikadım sağlam. Hesaba da kitaba da iman ederim. İcmadan kolay kolay ayrılmam. Modernist değilim ama dinde bir ihya hareketinin olması gerektiğine de inanırım. Bence ne Kur’an, zamanı geçmiş tarihsel bir kitap ne de sünnet, örfü’l-Arab.
O: Bunlar bir kısmı kalbinde bir kısmı zihninde olan, olmasının ya da olmamasının hakikatte bir tezahürü olmayan hususlar. Sen amelden haber ver? Elinden, dilinden, belinden anlat bakalım.
B: Yalan konuşmam, faiz yemem, alkol nedir bilmem. Çalmam, çırpmam. Harama uçkur çözmem. Kimseye iftira atmam. Gıybet etmişsem hemen tövbe ederim. Faizli bankada vadesiz para bile bırakmam. Kaba konuşmam, hakaret etmem. Domuzun etini yemem, domuz ürünü kullanılmış yasaklı listeyi delmem. Siyonist’i sevmem, teröriste selam bile vermem. Edepsizlik etmem. Tabii bunlar hep gücüm nispetinde.
O: “Yapmadığın” şeyler için hayırlı bir akıbet beklemen safça geldi bana. Ahiretteki hayırlı akıbet için “ne yaptığını” anlatmadın hâlâ. Sen de bilirsin “Cennet ucuz değil…”
B: Namazlarımı kılarım. Cami cemaatine gitmeye çok fırsatım olmasa da beş vakit tamam inşallah. Yaz-kış demem orucumu tutarım. Kırkta bir zekâtımı da, olunca sadakamı da veririm. Zulme rıza göstermem. Zalimin durumunu el- Kahhar olana havale ederim. Mazluma acır yardım etmeye çalışırım. Irk, dil, renk ayrımı yapmam. Müslüman yanımda daha kıymetlidir ama gayrimüslim olana da anlayış gösterir saygı duyarım. Siyasi tercihlerimi yaparken dine-imana, kitaba-sünnete zarar vermeyecek, bunlardan rahatsızlık duymayacak olan partiye destek veririm.
O: İyiymiş. Peki Filistin’in mazlumlarına, Suriye’nin yetimlerine, Irak’ın gariplerine diyeceğin yok mu? Onlar için ne yaptın? “Zalimler kahrolsun!”. diyorsun, ama olmuyorlar işte. Daha da artıyor sayıları ve zulümleri. Sen sofrada götürürken dolmaları, köfteleri, börekleri; bir çocuk daha aç uyuyor belki Etiyopyalı belki Somalili. (Siz doyurun yeter, Habeşistanlı demesek de olur!) Sen son kahkahayı patlattığında mavi bulutlara, bir bomba daha yankılandı Halep semalarında. Kızını ya da oğlunu uğurlarken okula; gencecik fidanlar düştüler toprağa. Kim bilir belki de senin “ehven-i şer” tercihinden sebep taşınmayacak hakikat umudu yarınlara… Hadi çemberi daraltalım; kaç ademe hakkı tavsiye ettin yakın çevrende? Kaç zalimle yüzleştin semtinde? Kaç kavgada kaç zalim tokadı yedin bedenine…? Daha gayrı beni söyletme! Var git işine!
B: Ama ben ne yapabilirim ki? Gücüm ancak bu kadarına yetti.
O: Zaten senin hakkında tek tesellim bu: “Gücünün yettiği kadarını yapıyor olma” ihtimalin. Aslında hepimiz hakkındaki tek tesellim bu. Yoksa ne benim, ne senin ne de onun yatacak yeri var. Hadi sağlıcakla kal…