Diyarbakır Ulu Camii İmamı Mehmed Said Yaz’ın minberdeki çığlığını dinlediniz mi? Hiç durmayın dinleyin. Sonra okuyun bu yazıyı. Minbere yakışan yürekli bir sesleniş Said Hoca’nın hutbesi. Satırdan değil, sadırdan. Yazılı değil, yanık! 15 Temmuz salâları kadar asil bir direniş. Topun tüfeğin önüne canını siper etmek gibi soylu bir isyan. Teröre ve darbeye karşı kararlı bir tavrın kıvılcımı olacak, İnşallah. Çünkü, Said Hoca minbere kalıbını çıkarmadı sadece, kalbiyle var oldu makam-ı Nebi’de. Vurduğu yerden toz kaldırdı. Belli ki dert sahibi. Belli ki cemaatinin çektikleri kendisi de çekmiş. Cemaatinin umursamadıklarını umursamış, cemaatine unuttuklarını hatırlatmak istemiş. “Ey insanlar…” diye başlayan, insanı sarsan duru ve diri Veda Hutbesi’nin izini sürmüş.

Gelelim işin garip ve acı tarafına. Said Hoca, bu “özlenen hutbe”yi seslendirmek için kurumuna itaatsizlik etmek zorunda kaldı. Minbere doğru yürürken, katlayıp cebine koyduğu bir kâğıt vardı. Kâğıdın sağ alt köşesinde, “Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü” yazıyordu. Başlık, “Mümin ve Emanet Bilinci”ydi. Başlığın altında ise, sanki sadede gelmekten itinayla kaçınan, uzun ve dolaylı cümlelerle uzayıp giden bir anlatım. Okuyanın nefeslerini boğan ve vurgularını bozan, dinleyenin dikkatini toplayamayan bir üslup.

Misal: “Bize düşen… Kur’an ve sünnetle yoğrulmuş on dört asırlık muazzam ilim ve irfan birikimimizi iyi idrak etmektir. Bu iki yüce emanetten ilham alarak insanlığa yeni medeniyetler takdim etmek için gayret göstermektir.” Cemaatin iç sesini duyar gibiyim: “Eee, hocam!” “Hadi bitir de namaza başlayalım, hocam.”

İtiraf edelim: Her hecede kırılan vurgusuyla “ben burada zorla tutuluyorum, bu kâğıtta yazılanları da görev gereği okuyorum” gibi görünmeye mecbur bırakılıyor imamlarımız. Hem de camiye ve imama küstürüyor milleti; cemaatin kalbini kırıyor. “Bunlar bizim derdimizle ilgilenmiyorlar” dedirtiyor içten içe. Başka yerde arıyor sahici gündemini.

Yok, yok; 15 Temmuz’un kahramanlarının hak ettiği görüntü değil bu… Oysa, imamlara izin verilse yüreği ile orada olacaklar. Kendilerine güvenildiğini bilseler, Said Hoca gibi dudaklarıyla değil kalpleriyle konuşacaklar. Yırtıp atacaklar devlet protokolünün gri gömleğini. Kısa ama diriltici sözler söyleyecekler. Kırık dökük de olsa, yarım cümlelerle de olsa, iç/ten nasihatleri olacak. 15 Temmuz salâlarında olduğu gibi ruhlarını heceleyecekler hoparlörlerde. Ağızlarından ısmarlama sözler değil, yakıcı közler dökülecek.

Basit bir sorum olacak Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’e: Sizden öğrendiğimiz kadarıyla, Peygamberimizin[asm] çoğu hutbesi ortalama 3 ya da 5 dakikadır. “Hutbeyi nasıl yazmalı?” sorusunu şimdilik geçiyorum. “Hutbeyi kim yazmalı?” sorusunu da unutayım. “Hutbe nasıl okunmalı?” gibi muazzam bir gündemi de erteleyeyim. Sorumu sorayım: “Camiyi ve cemaati emanet ettiğiniz -sizin tabirinizle- bir ‘din gönüllüsü’nün haftada bir kere, cemaatine 3 dakikada anlatacağı bir derdi yok mudur?”