Haçlı Seferleri ve Coğrafi Keşifler, Hıristiyan Batı’nın ticaret ve denizcilikte gelişmesinin önünü açan iki önemli olay olarak karşımıza çıkar. Bu iki alanda yaşanan olağanüstü ilerlemeler, sonraki yüzyıllarda Avrupalı devletlerin deniz aşarı imparatorluklar kurmasına imkân tanıdı. Aslında bu durum Avrupalıların dünya sathında yeni hâkimiyetler ve koloniler kurması anlamına geliyordu. Tüm bunlar önemli gelişmelerdi ve özünde ticaret, eleştirel düşünce ve teknik ilerleme yatıyordu. Avrupalıların bu başarıları her ne kadar, sömürgecilik, katliam ve emperyalizm gibi bazı kötü sonuçlara neden olmuşsa da bu durum, tüm muhakememizi bu olaylara mahkûm etmemize yol açmamalıdır.
Batı dışında kalan aydınların ömrünün Batı’yı ya tenkitle ya da taklitle geçtiği söylenir. Bugüne kadar genelde meselenin en dış yanının ele alındığı görülür. Hâlbuki Batı dışı toplumların sıklıkla sorması gereken soru, zihni bir değişmenin nasıl hazırlanacağı ve bunun uygun yöne nasıl çevrileceğidir. Bu cümleden hemen, batılılaşmanın nasıl olacağı sonucu çıkartılmamalıdır. Kastettiğim öze bakmak ve özdeki sorunlu sahayı temizlemekle meşgul olmaktır. Diğer bir ifadeyle hatalarımızı asgariye indirebilecek enine ve derinliğine bir özeleştiri yapmanın önünü açmaktır.
Her şeyden evvel Avrupalıları kuru kuruya eleştirmekten ziyade, başarının sırrının çalışmaktan geçtiğini idrak etmek gerekmektedir. Günümüzdeki başarılı toplumların merkezinde çalışkanlığın yattığı herkesin malumudur. Çalışmayı disiplinli ve sistemli bir hale getirmeyi başaranlar, ülkesel gelişmişlik seviyelerini de yukarıya taşımayı becerebilmişlerdir. Çalışmak, insanın ruhunu ve bedenini dirilten ve onu üretkenliğe yönlendiren önemli bir haslettir. Eğer gelişmiş ve gelişmemiş ülkeler arasında bir mukayeseye gidilirse, gelişmiş ülkelerdeki toplumların daha çalışkan ve üretken oldukları fark edilecektir.
Çalışan ve üreten toplumların bilim, sanat, mimari ve edebiyatta önemli ilerlemeler kaydettikleri bilinmektedir. Buna rağmen işin tuhaf yanı, tembel toplumların bu durumu anlamaya bir türlü yanaşmamalarıdır. Dahası, sorunu dışarıda ve geçmişte arama düşüncesinde görülen yoğunluğun baskın bir hal arz etmesidir. İşin trajikomik yanı ise bu kimselerin bir medeniyetin devamı olma ya da yeni bir medeniyet kurma iddiasının etrafında toplanmış olmalarıdır. Bu ısrarcı tavırda, kendilerinin de fark edemedikleri bir tezat vardır.
İslam kaynaklarında çalışmak, ilim öğrenmek, gayret etmek, sabretmek ve üretmek sıklıkla tavsiye edilmiştir. Buna rağmen Müslümanların bu zahmetli yola baş koymayıp, kolaycılığa kaçıp; adaleti, barışı ve refahı sürekli şikâyet ettikleri Batı ve onun kurumlarından talep etmeleri oldukça yakışıksız ve gülünç bir vaziyettir.
Tüm bu trajikomik tablodan kurtulabilmenin en etkin yolu eleştirel düşünceyi sahiplenmekten geçmektedir. Bütün okullarda eleştirel düşüncenin sağlıklı bir şekilde okutulması bu açıdan çok faydalı bir girişim olabilir. İnsanların ufkunu, hayalini ve vizyonunu genişletmek ancak eleştirel düşünceyle mümkündür.
Eleştirel düşüncenin yanı sıra çalışan ile çalışmayanın ayırt edildiği objektif bir sistem kurulmalıdır. Eğitimin tüm evrelerinde bu sistem çalıştırılmalı, toplumun gayretkâr, çalışkan ve azimli bireylerine yol açılmalıdır. Öte taraftan devletin yurttaşların hayatlarında oynadığı rolün azaltılması ivedilikle ele alınması gereken bir husustur. Bu durum toplumsal üretkenliğe, çözüm odaklı bireysel gelişime ve de girişimcilik kültürünün yaygınlaşmasına ciddi engeller oluşturmaktadır.
Sonuç olarak Batı’da ortaya çıkan bilimsel ve teknik başarı, çalışmanın ve gayretin bir sonucudur. Tembelliğe teslim olmuş toplumların, Batı’nın gelişmişliğini sadece ve sadece ‘sömürgecilik’ ile izah etme anlayışından bir an önce kurtulmaları ve işin özüne yani çalışmaya odaklanmaları yerinde bir davranış olacaktır.