15 Temmuz günü yaşadığımız şey, sadece korkunç bir vahşet değildi. O gün, tüm bir milletçe gerçekte “şoka uğradık”.Dindar, hoşgörülü, siyasi iktidarla kavgalı olsa da askeri vesayete karşı, liberal-demokrat kimliğiyle tanınan bir cemaatin mensupları, yeryüzünün en gözü dönmüş yaratıkları olarak karşımıza çıktılar. Yaşadığımız dehşetin sebebi sadece üzerimize savaş uçaklarından yağan bombalar değildi. Bu kadarını onlardan beklemiyorduk. Tıpkı Gezi eylemleri denilen başkaldırının İstanbul’un göbeğine Apo’nun posterini dikeceğini beklemediğimiz gibi.
Hesabını sorabildik mi? Daha birinci haftasında ülkenin ana muhalefet lideri darbe için kontrollü demişken; liberali-İslamcısı-sosyal demokratı mahkeme süreçleri için “28 Şubat’tan beter günler yaşanıyor” diyerek yaşadığımız vahşeti önemsizleştirirken, FETÖ’nün militanları her gün sosyal medya üzerinden sığındıkları inlerde meydan okumaya devam ederken nasıl hesap sorulsun?
Darbe girişiminin öncüsü Gezi kalkışmasında 58 kamu binası, 337 işyeri tahrip edildi. 90 belediye otobüsü, 214 özel araç, 240 polis aracı ve 45 ambulans yakıldı. Eylemi örgütleyenler, meydanın girişine “Taksim Komününe Hoş Geldiniz” yazarak bir terör devleti kurduklarını ilan ettiler. PKK’dan, MLKP’ye, DHKP/C’den adını sanını duymadığımız terör örgütlerine kadar bilumum çapulcular çadır kurup, paçavralarını dalgalandırdılar.
Batılı TV kanallarının 24 saat canlı yayınladığı bu eylemleri, Batılı efendilerinin desteğiyle organize edenler nasıl bir ceza aldılar?
İstiklal’deki kitapçıları gezenler, gezi isimli bu adice örgütlenmiş terör eylemlerinin adeta destan gibi anlatıldığı albümleri, kitapları gördüklerinde hesabın sorulup sorulmadığını anlayabilirler.
Şimdi, ABD başta olmak üzere Batılıların hop oturup hop kalktığı bir yargılama süreci İstanbul’da sürüyor. Osman Kavala ve yoldaşlarının, çeşitli akademisyenlerin bu tezgâhın arkasında olduğu iddia ediliyor. Bazılarının 24 saati bulmayan gözaltılarla ifadesi alınıyor. Yargılama neye varacak, gerçek suçlular onlar mıdır? Bilmiyoruz.
Fakat, bu yargılamaları gösterip, “Türkiye adına utanç duyduğunu” utanmadan söyleyebilenler, onların yazılarını utanmadan hem de İslami görünümlü mevkutelerde yayınlayanlar, Gezi’nin hesabını sorma konusunda ise hiç bu kadar hararetli olmamışlardı.
Hem Gezi’de hem de 15 Temmuz’da içine düştüğümüz en büyük yanılgı, saldırıları önemsizleştirmemizdir. Allah’tan milletimiz, hem bu akil olduğu sanılan yazar-çizer takımından, hem de devletin pek çok kurumundan daha fazla öngörü ve hassasiyet sahibi. Yoksa bu iki şiddetli saldırıyı bertaraf edemezdik.
Hiç kimseye hukuksuzluk yapılmasını istemeyiz. Hukukun, yürürlükteki kanunları harfiyen uygulamak olmadığını da biliyoruz. Bunu herhalde 28 Şubat’ın “kanun”lar çerçevesinde, yetmediğinde teamüller ve medya baskısıyla yaptığı hukuksuzlukları en fazla yaşamış olan bizler biliriz.
Liberalizm, insan hakları, çoğulculuk gibi kavramlar eliyle her türlü melanetin gelebileceğini fakat, kör bir şiddetin ve terörün gelmeyeceğini sanmak beyhude bir iyi niyet çabasıdır. Bu cilalı popüler kavramların yüzyılımızdaki en önemli bayraktarının Afganistan’dan Irak’a, Vietnam’dan Hiroşima’ya kadar milyonlarca masumun kanına girmiş ABD olduğu her halde bir iftira değildir.
Vatanseverliğin küstahça aşağılandığı bazı muhitlerde yeni yoldaşlar gezide kahramanlaşan bu sempatik liberaller.
Ne diyelim; utanmak büyük bir nimettir.