Üniversiteler, birer bilim yuvasıdır, ideoloji imalathanesi değil!

Fakat gel gör ki çoğu, doktrin yerine kavga üretiyor bu ülkede.

Acı ama gerçek!

Bu yüzden, yıllık harcırahı milli gelirimizi aşan bir Cambridge, bir Oxford, Zürih, Yale veya bir Chicago üniversitesi çıkmıyor bu topraklarda.

Üniversitelerimizin geneli sağ olsun, peşinen politize ediyorlar gençliği.

Doktrinler beri gelsin.

Bir an bile boş bırakmıyorlar!

Sonra da, üniversitelerin özerkleşmesinden ve hatta tamamen bağımsızlaşmasından dem vuruyorlar.

Objektiflik ve şeffaflık hususunda, ortaya somut adımlar atmamışken, ne bağımsızlığı Allah aşkına?

Bağımsızlaşmak demişken aklıma geldi, sorayım;

YÖK neden hâlâ var?

Çünkü üniversitelerin geneli teorik çalışmalar yerine, ideolojik saplantılar peşinde koştuğu için. Üniversiteler, birer bilim yurdu gibi hareket etmediği, fikren bağımsızlaşamadığı sürece de, olmaya devam edecek!

Doğruya doğru!

Açıkçası ben üniversitelerin, “siyasi” prangalarını koparıp da bilim, teknoloji ve inovasyona meylettiği gün, asıl özgürlüğünü kazanacağı düşüncesindeyim. Gerisi, zaten çorap söküğü gibi gelir.

Ama ne yazık ki Türkiye’de üniversite kavramı, “üniversitoloji” olmakta ısrar ediyor!

Bu hususta, bazı akademisyenlerin de etkisi yok değil!

Doğruya doğru!

Bazen düşünüyorum ki;

“Yahu” diyorum, “asıl işi, branşı üzerine çeşitli hipotez ve teoriler koymak olan bazı hocalarımız, neden ana görevlerini unutup da, incir çekirdeğini bile doldurmayan, anlamsız, o iğrenç kutuplaşmaların ana müsebbibi olan ideolojilerin peşinden koşuyorlar hâlâ?”

Meselenin bir diğer trajikomik yanı da, öğrencilerin kendilerine ait zannettiği, akabinde cepheleştiği, uğruna kavgaya tutuştuğu ve hatta ömrünü adadığı bir takım ideolojik fikirlerin, aslında kendilerine ait olmadığı…

Savunulanlar, geçen yüzyılın iki kutuplu dünyasına ait olan filozofların ürünleri değil de, nedir?

Onların, bu çağda ne işi var peki?

Garip!

Konuyu toparlayacak olursam, ben istiyorum ki, üniversitelerde kuramsal bir görüş ortaya konsun ve herkes onu pekiştirmek için kavga etsin.

Kavga derken, yemekhanelerde, herkesin birbirinin kafasına masa-sandalye fırlatmasını kast etmiyorum elbette.

Zihinsel manada olan bir kavgadan bahsediyorum.

Yüzde yüz, bireylerin kendilerine ait olan fikirleriyle.

Objektif ve özgün duruşlarıyla…

Okuduklarını analitik bakış açısıyla yorumlamaları, kendilerinden bir şeyler kattıklarıyla…

Fakat üzgünüm.

Aklı başında olanlar bir kenara, bizim öğrencilerin de, hocaların da genelinin o taraklarda bezi yok!

Ne kuramı, ne yorumu?

Verilen derslerden bir “ders” çıkarılırsa, ne âlâ!

Franz Kafka’nın dediği gibi;

Beyinlerimiz savaşsın isterdim ama görüyorum ki, silahsızsınız bayım.