Özeleştiri, önemlidir.
Bu yetiyi edinmemiş toplumlar asla erdem sahibi olamaz, gelişemez ve ayakta duramazlar.
Önce kendimizi eleştirip hatalarımızı gidermeye çalışacağız ki, başkalarını da eleştirmeye hakkımız olsun.
Evvela şunu da belirtmeliyim ki ben, hizipleşmeye kesinlikle karşıyım.
İnsanoğlu, bir başkasının hakkına gasp etmediği sürece tek fraksiyondur benim için.
Dini, dili, rengi, yaşam tarzı ne olursa olsun, tektir.
Bu nedenle meseleyi, sağ ya da sol diye ayırmak ne kadar sağlıklı olur bilemiyorum ama madem toplumun nispi çoğunluğu bu iki başlık altında gruplaşmış, tanımları da o minvalde yapmamız daha uygun olacaktır.
Şimdi…
Elimizi şakağımıza koyalım ve düşünelim;
“Sağ” diye nitelediğimiz milliyetçi-muhafazakâr cenahın, “sol” diye nitelenen sosyalist-anarşist gruba göre, reklamasyon ve medyalaşma hususunda geride kaldığı aşikârdır.
Nazım Hikmet metaforundan yola çıkarsak eğer;
Biliyoruz ki Nazım Hikmet Ran, solun en sevdiği şairlerin başında gelir.
Bayılırlar adeta.
Nazım’ın en büyük özelliğiyse, çoğunlukla küresel çapta eserler vermesidir.
Yani ideolojisi bir yana, eserlerinde sunduğu evrensel duyguları, okurlarına üç boyutlu tasvir edebilme yeteneğidir asıl olan.
Örneğin;
“Yaşamak tek ve hür… Ve bir orman gibi kardeşçesine…” dediğinde, neredeyse tüm insanlığı kolayca çevreleyebilmesidir.
Sormadan edemeyeceğim;
Sağ kesimin, global düzleme nam salan bir Nazım Hikmet’i neden yok?
Fazıl Say dediğimiz adam, Nazım Hikmet’in şiirlerini besteledi, yıllarca oratoryosunu yaptı.
Hani sağın, Necip Fazıl Oratoryosu?
Uğur Işılak besteleyip albümleştirmese şiirlerini, hiç kimse yakınından bile geçmeyecekti üstadın.
Eğri oturup doğru konuşalım;
Temelde, Necip Fazıl Kısakürek’in de birtakım hataları olmadı değil tabi.
Dizeleriyle ruhumuzu titreten o büyük usta, neden Türkiye’nin ve hatta sağ cenahın dışında bir dünyaya açılma gereği hissetmemiş mesela? Niçin, tüm insanlığı kucaklamak yerine, kendi topraklarında belli bir gruba hitap etmekle yetinmiş?
İnanın bu ahval, çok düşündürür ve üzer beni.
Şiirlerine hayranımdır, yeri de ayrıdır bende.
Örneğin;
“Tohum saç, bitmezse toprak utansın! Hedefe varmayan mızrak utansın!
Hey gidi küheylan, koşmana bak sen! Çatlarsan, doğuran kısrak utansın!
Eski çınar şimdi noel ağacı; dallarda iğreti yaprak utansın!”
Dizelerini her okuduğumda, boğazıma bir şey düğümlenir.
Sadece üstat Necip Fazıl’da mı evrensel düzleme açılma problemi var?
Elbette hayır!
Aynı cenaha mensup Ahmet Seyit Arvasi’ler, Abdurrahim-Sezai Karakoç’lar, Arif Nihat Asya’lar, Yavuz Bülent Bakiler…
Neden onlar da, bu toprakların dışına açılma hissiyatında bulunmamışlar?
Tamam, kendilerini tanıyan ve sevenleri neticede azınlıkta değil.
Ama niçin halkın her kesimine ve dünyaya doğru düzgün anlatılamamışlardır?
Bu, emin olun ki Türk sağının, kendine ayıbıdır.
Geniş perspektifle bakarsak olaya, vallahi içler acısı bir durum.
Global çapta eserler veren bir Can Yücel’i, Sabahattin Âli’si, Atilla İlhan’ı veyahut bir Ahmed Arif’i neden yok sağın?
İşin açıkçası, duygu ve düşünceleri etkili kılmak için, tüm insanlığın müşterek bakış açısına hitap edebilmek mecburidir.
Zordur ama lazımdır.
Fakat bir istisna mevcuttur sağdan, evrensel duruş adına; Barış Manço.
Evet.
Rahmetli Barış Manço, uzak doğudan Avrupa’ya tüm toprakları sanatıyla fethetmiştir.
“Yaz dostum; yoksul görsen besle kaymak bal ile… Garipleri giydir ipek şal ile…
Öksüz görsen sar kanadın kolunu… Kimse göçmez bu dünyadan mal ile” dediğinde, tıpkı Nazım gibi insanların hümanist duygularını perçinlemiş, sempati toplamış ve bu sayede çok kaliteli küresel eserler sunmuştur.
Hatta bugün, bu ülkeye her yıl, ortalama iki yüz bin Japon turist geliyorsa, Barış Manço sayesindedir.
Eşi benzeri de, bu topraklara henüz gelmemiştir.
Sağın, medyatik gelişim konusunda ne kadar geride kaldığını anlayabilmek için…
Çıkın sokağa, önünüze çıkan ilk vatandaşa sorun;
Mustafa Pehlivanoğlu kimdir?
Yüzde doksan, bilemeyecektir.
Hâlbuki 1980 ihtilali sonrası, idam edilmeden kısa süre önce “Cenazemin arkasından ağlamayın, günahtır. Sizden ricam ağlamayın. Anne, sizlerle helalleşmek isterdim, fakat olmadı. Hakkım varsa, hepinize helal olsun, siz de helal edin. Son olarak, abime, yengeme, yiyenime, bacıma selam eder, haklarını helal etmelerini dilerim. Nişanlıma da selam eder, Cenab-ı Allah’ın mutlu bir yuva kurması için ona yardımcı olmasını dilerim” mektubunu yazan yiğidin adıdır, Mustafa Pehlivanoğlu.
Aynı durum; Ruhi Kılıçkıran, Ertuğrul Dursun Önkuzu, Velican Oduncu ve bilumum idam mahkûmu için de geçerlidir.
Daha üç yıl önce, teröristlerce bıçaklanıp şehit edilen Fırat Yılmaz Çakıroğlu’nu kaç kişi tanıyor gerçi?
Peki, Yasin Börü kardeşimizi?
Kurban eti dağıtırken şehit edildi bayram günü, hatırlayın!
Eren Bülbül’ümüz, Ömer Halisdemir’imiz ve nice Yusuf yüzlü şehidimiz…
Önemlidirler ve isimleri daima diri tutulmalıdır.
Konumuza tekrar dönelim;
Sokaktaki vatandaşa bir de, “Deniz Gezmiş” deyin bakalım, ne cevap verecek?
Fikirlerine katılsa da katılmasa da, hakkında mutlaka bilgi sahibidir.
Çünkü…
Deniz Gezmiş adına yüzlerce kitap yazıldı.
Şarkılar bestelendi.
Diziler, filmler çekildi.
Koca koca afişler asıldı duvarlara…
Broşürler dağıtıldı sayısız.
Ölüm yıldönümlerinde mezarına, binlerce fikirdaşı katıldı.
Çarşaf çarşaf fotoğrafları yayınlandı.
Görebildiniz mi solun, medya ve tanıtıma verdiği önemi?
İnsanların zihnini, an olsun boş bırakmıyorlar.
Ve sonuç; kundaktaki bebeler dahi, Deniz hakkında bilgi sahibi.
Evet…
Sol cenah bunları yaparken sağ, neden zihin tembelliğinin mahkûmu olmakta ısrarcı kaldı?
Niçin tüm dünyayı kapsayacak eserler vermek yerine, sade ve sadece, tek kesim tarafından benimsendi?
Neden, her zaman için tek kaynaktan beslendi?
Bunun cevabı açık ve net; at gözlüğü handikabı…
Sağ cenah, yıllar yılı başını kaldırıp çevresine bakma zahmetinde bulunmamıştır.
Her kanattan kitap okumadığı için, zihin ve bilgi dağarcığını geliştirememiştir.
Hatta konu hakkında, merhum Muhsin Yazıcıoğlu’nun da çok güzel bir tespiti var;
“Bizim çocukları kitap okumak sıkar. O yüzden fikri tartışmalarda biraz zayıf kalırlar. Ama kavga var dersen, Ayrancı’dan Kızılay’a koşa koşa gelirler”.
Vaziyet, maalesef budur.
Bilek gücüne önem verildiği kadar, bilimselliğe önem verilmiyor.
Hâlbuki en kesif güç, zihni ve fikri güçtür.
Haklısınız, sert gidiyorum biraz ama…
Ben de haksız mıyım, a dostlar?
Türk sağı ilimden beslenmesin de, neden beslensin Allah’ı âlem için?
Kaldı ki, inandığımız Kur’an-ı Kerim’de ilk emir “ikra/oku” iken; “Oku! Rabbinin adıyla oku!” yazılmışken.