Orda bir savaş var içimde
Kokla şair bu taşı Gazze’den getirdim
Bu görmüş olduğun kurşun
Filistin’in göğsünden çıktı
Sen Oğuz Atay’da yüzerken
İntihar yiyip intihar kusarken
Bir çocuk adam gibi öldü…
(Hakan Albayrak)
Gazze deyince yüreğimizde acımtırak bir melodi sızlamaya başlardı. Aynı sızıyı bugün Halep’i anınca daha bir derinden hissediyoruz. Halep deyince akla, Uhud günü Efendimiz’in yüzünü kanatan miğferini çıkarırken iki dişi kırılan, sağlığında cennetle müjdelenme şerefine ermiş ilk dönem Müslümanlarından, Allah Resulü’nün “ümmetin emini” payesini lütfettiği Ebu Ubeyde Bin Cerrah gelir. Henüz hicretin 16. yılında onun komutasındaki İslam orduları Antakya kapısından kenti şereflendirdiklerinde yaptıkları ilk iş kalkanlarını bir yana bırakarak şükür için namaza durmak olmuştu. Daha sonra bu kutlu ordunun alınlarıyla buluştuğu mekanda Mescidü’l-Etras (kalkanlar mescidi) inşa edilmişti.
944 senesinde Bizans tarafından işgal edildiğinde binlerce kişi kılıçtan geçirilmiş, şehir yağmalanmış ve adeta terkedilmiş bir harabeye dönüşerek uzunca süre belini doğrultamamıştı.
Halep, Yavuz’un Memluk sultanı Kansu Gavri’yi mağlup ettiği Mercidabık Savaşı’ndan sonra (1516) Osmanlı hakimiyetine girmişti. Osmanlı idaresinde en parlak dönemlerini yaşadı. Çok kültürlü demografik yapısıyla ticaretin ve diyanetin merkezi oldu. Her şeyiyle bir Osmanlı ve İslam şehridir Halep. Medeniyet merkezlerimizden ve hafıza şehirlerimizden biridir.
İslam’ın ilk asır camilerinden olan ve içinde Hz. Yahya’nın babası Zekeriyya’nın (a.s) türbesi bulunan Zekeriyya (Ümeyye) Camii’nin o geniş avlusu kim bilir şimdi ne haldedir. Gölgesinde sırtımı dayayıp soluklandığım şadırvanından şimdi su yerine kan damlıyor.
Hamdaniler’denSeyfü’d-Devle ve Selahaddin-i Eyyubi’nin oğlu Malik el- Zahiri’nin büyük emek verdiği Halep kalesinin etrafı, oldukça geniş ve derinliği yirmi metreyi bulan bir çukurdan oluşuyor. Şimdi bu çukur “Hiçbir yere gitmiyoruz. Halep bizim vatanımız. Burada öleceğiz” diye haykıran Haleplilerin cesetleriyle dolu.
Cıvıl cıvıl insan sesleriyle dolup taşan, orta doğunun en uzun kapalı çarşısı unvanını taşıyan Halep Kapalı Çarşısı bugün tam bir viraneye dönüşmüş durumda.
Halep’in vaktiyle turistik mekanlarından biri olan ve akıl hastalarının su ve müzikle tedavi edildiği bir sağlık merkezi olan o güzelim Bimaristan, eğer hala ayaktaysa ve bir gün işlenen toplu cinayetler sona ererse en çok ihtiyaç duyulan yerlerden biri olacağa benziyor.
Halep’te su yok, elektrik yok, şehrin son hastanesi de içindeki onlarca cana kıyılarak havaya uçuruldu. İçinde milyarlarca Müslümanın da bulunduğu dünya,içi kanayarak ya da pornografik bir hazla ekranlardan seyrederken her 25 dakikada bir insan katlediliyor.
Halep’te insanlar ne evlerinde ne sokaklarında güvende bugün. ZalimEsedve işbirlikçisi Rusya, İran ve ABD’den teşekkül eden cinayet şebekesi başlarına ateş yağdırıyor. DAEŞ terör örgütünün katilleri kentin bağlantılarını kesmek için saldırıyor. Öyle bir katliam durumu var ki bırakın orda olup yaşamayı, fotoğraflarına bakmaya bile dayanamıyoruz.
Halep, bugün yine Ebu Ubeydelerve Selahattinler tarafından ölümüne savunuluyor.Öldükçe diriliyor, bombaların altında parçalandıkça çoğalıyorlar, Elhamdülillah! Onların iman zırhı giymiş mücadelesibize üstadın şu mısralarını hatırlatıyor:
“Umutsuzluk yok!Gün gelir gül de açar, bülbül de öter.”
Hamiş: Yazım sergüzeştini Gerçek Hayat, Diriliş Postası ve Müstakil Gazete’lerde sürdüren İsmail Erdoğan bugün yeniden Diriliş’e dönüyor. Safa geldin Samuel!