Genel anlamda öğrencilerin elleri kitap dolu olması beni gerçekten duygulandıran bir durum ama şu da önemli; hangi kitabı aldığı, ne okuduğu?
Hafta içi çalıştığım kurumda öğrencileri TÜYAP Kitap Fuarı’na götürdük. Çok eğlenceli oldu gerçekten. Çocuklar, okul dışı gezileri bir ayrı seviyor. Hele ki öğretmenleriyle dışarıda vakit geçirecek olmak, onlar için gerçekten bambaşka duygular uyandırıyor. Öğretmeniyle sıcak ilişkiler kurup yolculukta ortak özel paylaşımlar yapabiliyor hatta ilginç bir şekilde hiç ortaya çıkarmadığı özelliklerini gezi esnasında pat diye ortaya çıkarıveriyor. Neyse, geziler önemli tabii. Hele ki teması kitapsa gezinin daha ayrı bir anlam katıyor. Sınırsız özgürlük sunan kitapların seni toplu şekilde bekliyor olması heyecan verici…
Fuara vardığımızda bizimle beraber çeşitli okullardan gelmiş bir dünya öğrenci ve öğretmen vardı. Bu noktada benim için gözlem kaçınılmazdı. Genel anlamda öğrencilerin elleri kitap dolu olması beni gerçekten duygulandıran bir durum ama şu da önemli; hangi kitabı aldığı, ne okuduğu? Bu durum biraz kaygılandırıyor beni.
Az sonra döneceğim bu konuya ama ondan önce eleştirmek istediğim başka bir konu var: yayınevleri. Benim takip ettiğim ve dua ettiğim yayınevleri var ve ziyaretimi onlara yapıp öğrencileri gözlemledim. Lakin birkaç tane değer verdiğim ve harikulade işler yapan yayınevlerinin stantlarındaki kitapları gördüğümde durum içler acısıydı. Kitap satmak için kapital algıya bürünüp anlamsız şekilde içinde enteresan kitaplar satıyorlardı. “E, abi siz de mi?” dediğimde “Diğerleri okunmuyor, satamıyoruz abi” yanıtı zaten içler acısı…
Döndüm az önceki konuya. Öğrencilerin okuduğu kitaplar da bir enteresan. Yığılmalar belli yayınevlerinde zaten. Aldıkları kitaplar ya bilgisayarda oynadıkları oyunları anlatan kitaplar… Ya futbol-fanatizm kokan kitaplar… Ya ne idüğü belirsiz aşk meşk hikâyeleri… Hatta 5. sınıf öğrencilerinden birinin yanına yaklaşıp selam verdim. Hangi kitap aldın, dedim; saydı birkaç tane. En son da benim aldığı kitaplardan mutlu olmadığımı anlayınca “Bakın bir de bunu aldım: Kürk Mantolu Madonna.” Şaşırarak, niçin bunu tercih ettin, dediğimde cevabı kaçınılmazdı: “Son zamanlarda çok meşhur hocam!” Sen de haklısın dedim içimden.
Çok içeride durmak cezbetmedi beni. Moralim bozulduğundandır, dışarı çıktım. Dışardaki gözlemlerim daha da bozdu moralimi. Öğrencilerin -özellikle liselilerin- birbirlerine takındıkları hareketler acayip şekilde anormallik kokuyordu. Çoğu zaten kendi öğretmen grubundan sigara içmek için kaçıp gelen tiplerdi. Birbirleriyle konuşurken vücutlarının şekilleri, kullandıkları kelimeler, birbirlerine bağırmaları, elleri, kolları, mimikleri… “E hocam, ergen onlar!” değil mesele… Mesele, tüm bu hareketlerin “televizyon dizi-filmlerinden” öğrendikleri karakter canlandırmalarını sergilemeleri…
Abartmıyorum, kamera alıp çeksem birkaçını, kesip biçsem videoları ve koysam ekranlara, reyting rekorları kırmazsan yüzüme tükürün! (yazar burada aynı zamanda dizilerin kalitesizliğini ve dizi oyuncularının basitliğini eleştiriyor)
Sonuç olarak, beni mutlu eden tek durum aldığım birkaç kitapla geziyi sonlandırmak oldu…