19. Yüzyıl bir üst başlıkla özdeşleşmiştir: Osmanlı Devleti’nin içişlerine karışmak, ayrılıkçı hareketleri desteklemek, savaşlar çıkarmak, o zamanki tesmiyesiyle hasta adamın terekesini paylaşmak. Bu isimlendirmeyi Osmanlı Devleti’ne yakıştıranlar ümmetimizin düşmanlarıdır. Ancak, bana göre o dönemde hasta adam Osmanlı Devleti değildi. Bilakis ona bu ismi reva görenler hasta idi. Çünkü onlar, Osmanlı Devleti’nden kopma propagandası yapan, Avrupa’nın art niyetli desteğini gönüllü olarak alan, o zamanlar Avrupa’nın terviç ettiği kavmiyetçi çatışmaları gerçekleştiren insanlardı.

Genel manada Batı’nın bugün uyguladığı politika, tarihteki bu politik tecrübeyi yeniden icra etmekten ibarettir. Batı, bütün bir Ortadoğu’da kavmiyetçi, ırkçı, dinci çatışmaları yeniden canlandırmaya çalışıyor. Bölgeye hasta adam muamelesi yapıyor. Esasında Batı, bu politikalarıyla -ayrılıkçı çatışmaları yürüten önderlerin vehmettiği gibi- ırk veya kavim bazında yeni devletler oluşturmayı istemiyor. Bu söylemi sadece çatışmaları körüklemek ve bölgeyi bizzat öz güçleriyle yıkmak için halkları motive etmek maksadıyla kullanıyor! Böylece bölgemizi, sürekli savaş ateşlerinin yandığı, istikrar ve kalkınmanın yitirildiği bir vaziyette bırakmak istiyorlar.

Batı fiilen, Ortadoğu ile ilişkisinde 19. Yüzyıl politikalarına geri dönmüş durumda. Dengeli siyasi programlar geliştirmeye muvaffak olmuş yegâne bölgesel güç olan Türkiye’ye karşı da aynı kadim siyasetlerini güdüyorlar. Hedefleri bölgeyi yeniden iç çatışmalar girdabına sürüklemek. Oysa Türkiye, geçtiğimiz son birkaç yılda iç barışı tesis etmeye muvaffak olmuştur. Bu sürecin tamamına ermesi, sadece bu ülkenin değil bütün bölgenin istikrar kazanmasına vesile olacaktır. İşte bu, Batılı ülkelerin hiç mi hiç istemediği şeydir. Zira, istikrarlı bir Türkiye’nin başarılı olacağını, böylece ülkenin büyük bir güce dönüşeceğini çok iyi biliyorlar. Mesele tam da burada düğümleniyor. Nitekim, dünyadaki çatışma alanlarının neredeyse tamamı, esasında Batı’nın endüstriyel bir ürünüdür. Batılı devletler çatışmalar yoluyla halkları sömürmeye ve onlar üzerindeki hegemonyalarını sürdürmeye devam ediyor.

Amerika, Avrupa ve İsrail birlikte hareket ediyor. Gözlerini Türkiye’ye dikmiş, onun tekrar ‘hasta adam’ olduğu yönünde bir algı oluşturmaya çalışıyorlar. Bunu da, Türkiye’nin gündemindeki koalisyon hükümeti üzerinden gerçekleştirmek istiyorlar. Ne hazindir ki, aynen Osmanlı Devleti’nden kopmak için çalışan ayrılıkçı hareketlere benzer; onlar gibi düşünen ve davranan siyasi partiler ve gruplar var bu memlekette. Bu hasta güçler, ne Türkiye’nin geleceğini görebilir, ne de ülkeyi ve onun konumunu zayıflatmanın yol açacağı tehlikeleri farkedebilir! Onları ilgilendiren tek şey, ülkenin istikrarına ve bütün bir toplumun hayatına mal olsa bile bir takım siyasi kazanımlar elde etmektir!

Kanaatimce, bugün Türkiye’yi koruyup kollamak, hepimizin üzerine düşen tarihi bir sorumluluktur. Bu, tarihte Osmanlı Devleti’nin bir parçası olmuş bütün toplumların görevidir. Keza, tüm dünyada adaleti savunan herkesin görevidir. Zira, bu kalenin darbe alması bir tek anlama gelir; bütünüyle bölgemizin sonu gelmez savaşlara sürüklenmesi! Böylesi vahim bir gelişme küresel istikrarı da bütünüyle tehlikeye atacaktır.

Türkiye hasta adam değildir! Ancak, ne yazık ki kelimenin tam anlamıyla hasta olan çok sayıda siyasi güç var…

Çeviri: Fethi Güngör