Son dönemlerde uluslararası politikalarda hadiseler bana Karl Mannheim’ın, “Politik tartışma maskeleri indirir.” cümlesini hatırlattı.

Önceleri uluslararası ilişkilerdeki, “ikiyüzlü hatta çok yüzlü” politikalar, çok büyük bir formasyonla yönetilebiliyordu. Fakat şimdi bu o kadar da kolay değil. Bunun başlıca sebebi hem uzun yıllardır sömürülen coğrafyaların toplumlarının, Batı’nın zihniyetinin bilincini kavramış olması hem de giderek marjinalleşen nasyonalist/aşırı sağ zihniyetlerin politik tarafını daha net bir zeminde sunmasıdır.

Bu açık politik mücadele bilgi sosyolojisinin uzun yıllardan beri çözümlediği önemli bir sosyolojik perspektifle izah edilebiliyor. Saflar riyadan arındıkça, tavırlar ve ideolojiler net tavırlarla ortaya koyuldukça, maskeler mutlaka düşer.

Bugün bu açık halin en önemli temsilcisi Trump’ın bu hali, elbette bizim olayları daha iyi anlamamıza dair bir jesti değil. ABD’nin yaşadığı ekonomik ve sosyal dinamikler (ki bunlar Avrupa için de geçerlidir) onu böyle davranmaya zorlamıştır. Tabiri caiz ise o istese de istemese de bu gerçekler, onun maskesini düşürmüştür.

Batı, bu zeminde kayıplar yaşadıkça artık maske takmakta ciddi zorlanacak demektir. Bu durum, Batı için iyi bir şey olmasa ezilen/sömürülen toplumlar için çok iyi bir şey” demektir.

Bu maske düşme halinin en güzel yansımalarından birini İran olaylarında gördük. ABD Başkanının açık desteği, kitleleri frenlemiştir. Toplum, sinsilik içermeyen ama son derece yanlış olan bu tarz, sofistike birtakım kafa yormalara gerek kalmadan kendi kendisini ele vermiştir.

Evangelist anlayışın hamiliğine soyunan bir Başkan, aşırı derecede politize bir zeminde siyaset yürüttüğü için niyetlerini gizleyemez haldedir. Nitekim PYD ile ilgili politikalarda da aynı durum söz konusu.

Açık ve şeffaf olma hali elbette tavsiye edilen bir haldir. Fakat aynı açık sözlülük saldırma, yok etme, onur kırma, düşmanlık etme zemininde de bir o kadar tehlikeli ve düşman çoğaltıcıdır.

Yani olan şudur aslında, Batı zihniyeti ve onun bu günkü temsilcisi olan ABD, bu tavrını devam ettirdikçe daha fazla düşman kazanacak, daha fazla düşman kazandıkça da daha maskesiz bir şekilde yanlış bir dil kullanmak zorunda kalacak.

Bu maske ile riyanın “mecburi” ilişkisi, aslında bir paradoks ya da bir sarmal olarak devam edecek…

Peki, bu paradoks karşı tarafı eritmeye devam ederken ezilenler/sömürülenler ne yapacak/yapmalı? Bu iki kavramın tekabül ettiği “sarmal dansı”nı elbette pasif bir izleyici konumunda takip etmemeli…

Fırsatlar, onu değerlendirebilen azimli, bilinçli ve daima zekâsını işletenler için bir değer ifade edebilir. Bu önemli gerçekliğin sosyolojik çözümlemesi, gayet açık olarak bir fırsatı işaret ediyor; ama sadece bir fırsatı. Bunun gerçek bir fırsat olup olamayacağı, değerlendirilip değerlendirilemeyeceği de uygulamayla test edilmiş olacak… 

Sonuç olarak: Onurumuzu ve özgüvenimizi hedef alan bu “maskesiz” saldırılar, iyi bir fırsat da olabilir, demek istiyorum…