Malum Ramazan ayındayız. Günler o kadar uzun ki, ibadet etmeye de, uykuyu oruca tutturmaya da yetiyor. Hatta film izlemeye bile zaman kalıyor. Geçen hafta sizlere Interstellar filmini yazmıştım. O filmin üstüne Marslı ve Gravity filmlerini de tekrar izledim. Güzel bir uzay üçlemesi oldu: Interstellar-The Martian-Gravity.
Hatta sevgili Fatih Mutlu abimiz bunun üzerine “İyi (Gravity)-Kötü (The Martian)-Çirkin (Interstellar)” diye bir yazı yazdı. Yazı Sinefesto’da da Diriliş Postası’nda da yayınlandı.
Tabii filmleri bu şekilde kategorize edip izleyince aralarındaki bağlantıları, duygusal yaklaşımları, senaryo derinliklerini, yönetmenlik kalitelerini vs. çok daha iyi gözlemleme fırsatınız oluyor. Bu filmler birer yıl arayla çekilmiş filmler olduğu için üçünü ortak bir potada eleştirmek daha kolay olmuştur belki, onu bilemiyorum.
Bu üç filmin üzerine başka bir üçleme daha yaptım. Bu sefer daha çok sevdiğim animasyon türüne dair 3 filmi üst üste izledim. İlk film Sil Baştan (Eternal Sunshine of the Spotless Mind), John Malkovich Olmak (Being John Malkovich) filmlerinin senaristi olan Charlie Kaufman’ın hem yazıp hem yönettiği Anomalisa idi. Filmin diğer yönetmeni ise Duke Johnson.
Bu yıl ülkemizde düzenlenen !f İstanbul Uluslararası Bağımsız Film Festivali’nin açılış filmi olarak gösterilen Anomalisa “How May I Help You Help Them?” adlı kitabın yazarı olan Michael Stone müşteri hizmetleri uzmanlarından oluşan bir toplantıya konuşmacı olarak katılmak için Cincinnati’ye bir iş gezisine gidişini ve bu şehirde yaşadıklarını anlatıyor.
Michael’in büyük bir problemi vardır. Filmi izlerken sizleri de şaşırtacak olan bu problem tıpta Fregoli sendromu olarak geçmektedir. Fregoli sendromuna sahip olan kişiler çevresindeki herkesin yüzlerini aynı görmekte ve seslerini aynı olarak duymaktadır. Hatta Charlie Kaufman bu sendroma atıfta bulunmak için Michael’in kaldığı otele Fregoli ismini vermiştir.
Bu otelde bir arkadaşını ararken kapısını çaldığı bir odada duyduğu farklı bir sese anında kendini kaptırır. Aynılaşmayı iliklerine kadar hisseden bir insan için ‘farklı’nın çok kıymetli olacağı muhakkak. Aşık olduğu bu sesin sahibi ile birlikte yaşamak arzusuna kendisini kaptıran Michael’in evli barklı bir adam olduğunu belirtelim. Zira telefonda hanımıyla ve çocuğuyla konuşan kırklı yaşlarındaki bu efendinin yaptığı bu davranışı asla tasvip etmiyorum. Filmin bu bölümünde çıplaklık olduğunu da belirteyim. (Yalnız içinden çıkamadığım bir konu var. Bu film stop-motion bir film. Michael ve Lisa’yı çıplak gösterdikleri sahneler konusunda ne diyeceğimi bilmiyorum. Caiz mi değil orasını hiç bilmem ama bir büyüğümün tabiriyle “ayıp denen bişey var azizim!”)
Neyse filmin görünün yüzünden ziyade duygusunun çok daha etkili olduğu muhakkak. Michael mevzunun bedensel arzular kısmını atlattıktan sonra yeniden Fregoli aşamasına geçiyor ve mevzu burada içinden çıkılmaz bir hal alıyor.
Kişisel gelişim uzmanı olan Michael verdiği konferansta insanlara “Her birey hakkında onları diğerlerinden ayıran özelliği arayın, buna odaklanın” diye tavsiye verirken kendisi bu konuda problem yaşıyor. Bu mesele ile ilgili size bir örnek vereyim. Günümüzde banka, telefon ve internet şirketlerini telefonla arayıp müşteri temsilcileri ile görüştüğünüzde neredeyse hepsinin aynı tepkileri verdiğini ve size ezber cümlelerle hitap ettiklerini görürsünüz. “Size hitap edebilmek için isminizi öğrenebilir miyim? Gerçekleştirmemi istediğiniz başka bir işleminiz var mıydı? vb.” neredeyse tamamen kalıplaşmış bu cümleleri duymadığımız gün yok. Fregoli sendromunuz olmasa bile her dakika bu ‘aynılaşmaya’ maruz kalıyoruz.
Anomalisa filmi bu anlamda hem karakterleri hem senaryosu ile iyi bir film. Özellikle yetişkinler için (bazı sahneler için düştüğüm özel notu da dikkate alarak) iyi bir film.
İzlediğim ikinci film ise yönetmenliğini Adam Elliot’un yaptığı Mary ve Max filminde Mary, Avustralya’nın kenar mahallerinden birinde yaşayan, sorumsuz ve yoksul bir aileye sahip olan, sekiz yaşındaki yalnız bir kız çocuğudur. Küçük kızın konuşabildiği tek kişi mektuplaştığı Avustralyalı bir savaş gazisidir. Postaneye gittiği bir gün şans eseri bir New York adres rehberi görür. Rehberi karıştıran Mary, New York’ta yaşayan Max Jerry Horowitz isimli bir adama mektup yazmaya başlar. İkisinin de hayatlarındaki sıkıntılı durumlar ve onları toplumun dışında tutan kişisel özellikleri var. Max obezlikle mücadele ederken, Mary’nin ise alnında alay konusu olan bir doğum lekesi var.
Kendi gibi olmayanları dışlayanların arasında yaşamanın zorluğunu anlatan bu filmin ardından ise mekanikleşen ve bu mekanikleşme ile birlikte aynılaşan toplumu Brezilya üzerinden anlatan Boy & the World (Çocuk ve Dünya) filmini izledim. Bu filmin yönetmenliğini ve senaristliğini ise Brezilyalı Alê Abreu üstlenmiş.
Bir çocuğun renkli dünyasını, bu renkli dünyanın geçirdiği dönemsel değişimleri ve duygusal dönüşümleri ve nihayetinde bir çocuğun ailesine olan bağlılığını anlatan Boy & the World’ü mutlaka izlemenizi tavsiye ediyorum. Burada yerim dar/yenim dar olduğu için son iki filmden Anomalisa kadar bahsedemesem de her ikisinin de birer sayfalık yazıyı hak edecek kalitede yapımlar olduğunu belirteyim.