Protestanlığın daha öncesinde dogmatik birtakım tartışmalar içerisinde olduğu Katolikliğe karşı verilen savaştan galibiyetle çıkması tartışmaların seyrini de niteliğini de değiştirdi. İlerleme/progress batı için daimi hedef olunca mesele ideolojikleşti, Katolikliğin terakkiye mani olduğunu düşünen batı aklı, bu anlayışı saf dışı edince de modernizmle barışık Protestan anlayış hâkim oldu.

Son iki asrı aşkın bir süredir bize ait olmayan bir öykünün nesnesi olmamız isteniyor. Biz kimiz sorusuna verilecek cevap ise Aliya’nın da işaret ettiği gibi doğudan ve batıdan öte bir aşkınlık olarak İslam olmalı. Doğu ile batının arasında, karşısında değil bizzat üzerinde bir mefhum olarak İslam. Bize ait olmayan, başkalarına yani batıya ait olan bu öykü, içinde kendi dinamiklerinin, kendine has tarihselliğinin izlerini taşıyan bir yapıda kuşkusuz. Dolayısıyla bir “biz”i keşfe çıkacaksak başkası kim ve öyküsünü neden bize dayatıyor sorularını sormak mecburiyetindeyiz. Bugün konuştuğumuz, dillerimize dolanan pek çok anahtar kavram batı patentli olduğuna göre o kavramlara ruhunu veren süreçlerin de ne anlama geldiklerini tahlil etmek hayati bir zarurettir.

Özellikle son dönemlerde sıkça dillendirilen kavramlardan bir tanesi de protestanlaşmadır. Öyleyse nedir protestanlaşma? Hikâye şöyle:16. Yüzyılda Katolik Kilisesine karşı ‹protesto› içerikli sloganlar üreten Martin Luther, reform çabaları içine girmiş, ruhban sınıfının ortadan kaldırılması ve İncil›in kimseye ihtiyaç duymaksızın herkesin okuyup anlayabileceği/amel edebileceği bir kitap haline getirilmesi noktasında yeni söylemler geliştirmişti. Ancak Luther›in çıkışı sadece bunlardan ibaret değildi, aynı zamanda geleneksel olana karşı artık yüzyıllarca sürebilecek bir mücadeleye kapı aralanıyordu. Modernizme kadar uzanacak olan bu süreç, batı aklının geçirdiği evrimler, bugünkü duruma gelmesi adına da dikkate değer bir mahiyet taşıyordu.

Reform ve ayrım süreci

Geleneksel olarak ‘sağa’ oturan Katolikliğe karşı kurumsallaşmaya başlayan ‘sol’ eğilim yani Protestanlık bugünkü modern batıyı ifade eder. Anglosakson bir karakter taşır bu da. Endüstri devriminden sonra daha gelenekselleşse de, modern batı dediğimiz kavramın içini dolduran temel düşüncenin Protestanlık olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

Protestanlığın daha öncesinde dogmatik birtakım tartışmalar içerisinde olduğu Katolikliğe karşı verilen savaştan galibiyetle çıkması tartışmaların seyrini de niteliğini de değiştirdi. İlerleme/progress batı için daimi hedef olunca mesele ideolojikleşti, Katolikliğin terakkiye mani olduğunu düşünen batı aklı, bu anlayışı saf dışı edince de modernizmle barışık Protestan anlayış hâkim oldu. Protestanlık çıkış motivasyonu ile son aldığı şekle bakıldığında Max Werber’in de dediği gibi, kapitalizmi doğran bir şeye dönüşmüştü artık.

Protestanlık sadece dini değil aynı zamanda batı tarihi içinde de büyük bir kırılmadır esasen. Katolikliği feodal dönemin inancı olarak tanımlayanlar Protestanlığı ise yeni endüstri çağının, kentin inancı olarak tanımlamıştır.

Martin Luther’in anlayışına bakıldığında Abdurrahman Arslan’ın da tespit ettiği gibi, Hıristiyan inancının ameli boyutu olanları red ettiğini, ruh ile bedeni birbirinden ayırdığını, iman ile amel arasına kalın bir çizgi çektiğini ve son kertede de din ile siyaseti birbirinden kesin bir biçimde ayrıştırdığını görürüz. Bu durum inancı çağa uydurma bağlamında bir deformasyon olarak yorumlanmıştır.

Protestanlığın getirdiği en büyük farklılıklardan birisi de yeni bir dindarlık algısını oluşturmasıdır. Temel özelliği dünyevi olanı kutsayan bir dindarlık. Dünya ile ilişkili olana dair oluşturulan hedefi dini bir forma büründürerek, ona dini bir elbise giydirerek dünyeviliği meşrulaştırmak gibi sonuçlar doğruan bir anlayıştan söz ediyoruz elbette.Dünyaya bağlanmanın aslında o kadar da kötü bir şey olmadığını hatta bunun kitapta yeri olduğuna dair bir anlayış…

Günümüzde kendi dışındaki toplumlara da ihraç edilen bir kültür olarak protestanlık tartışılıyor. Bu kültür, bugünkü küresel düzene ilham vermiş bir yapıda muhakkak. Protestanlık Katolikliğin evrensellik iddiası karşısında dikilirken, yeni bir sosyal/siyasal sistemin vücut bulmasına zemin teşkil etmiş ve vatan gibi ulus gibi kavramların altlığı gibi konumlanmıştır. Ulus-devlet merkezli uluslararası sistemin temelini oluşturan bu yapının günümüzü ne kadar etkilediği ise aşikâr.

Batının sekülerleşme sürecini başarı olarak gören garplı bazı muharrirler Protestanlığın hakkını teslim etmekten kendilerini alamazlar. Özellikle 19. asırda medenileşme/ilerleme noktasında deist bir anlayışla fikirleri yorumlayan bu yaklaşımlara dikkat kesilmek yerinde olacaktır. Modern kültürün oturması adına önemli bir işlev gören Protestanlığın bireyciliği öne çıkarak özelliği, maddi/teknolojik güç merkezi olarak konumlanan batının, küreselleşme şarkısı ile hemen tüm coğrafyalarda kendini hissettirmiştir. Ve yeryüzünde belki de ilk defa tüm küreyi birden kuşatan bir kültür ile karşı karşıya kalınmış, onun ürettiklerine maruz kalma yahut gönüllü olarak benimseme noktasına çoktan gelinmiştir.

Protestanlık ile modernizmin dansı

Modern kültür dediğimiz Protestan karakterli bir kültürdür ve dünyanın hemen her yerine girme, her yerinde var olma iddiasının Müslümanları etkilememesini beklemek imkânsızdır. Yukarıda sıraladığımız özelliklerinden dolayı Müslüman dünyada da bir bilinç dönüşümünün gerçekleştiğini ifade etmek lazım. İnsani ve iktisadi ilişkilerin dönüşümü noktasında önemli bir faktör olarak Protestanlık, eşya ile kurduğu ilişki bakımından oldukça çarpıcı örneklikleri bünyesinde taşıyor. Misalen İslam’da mal/mülk ile kurulan ‘emanetçi’ ilişki Protestanlığın da ciddi tesiriyle yerini daha ‘sahiplenici’ bir ilişkiye bırakıyor bugün. Sermayeye atfedilen güç her zamankinden daha fazla örneğin. Bu durum Protestanlığın kucağında büyüyen kapitalizmin mantığı içinde oluşan bir tablodan başka nedir?

Hâkim bir norm olarak kendini dayatan modern batı kültürü, dayattığı kimlikleri bağdaştırmak adına kültür ve medeniyet kavramlarını üretmiş ve kullanmakta. İslam dünyası da bu bağlamda ‘ehlileştirilmesi› gereken bir yerde durmakta. Zira 90›lardan sonra, yani çatışmalardan sonra bir fikri uzlaşı olarak küresel medeniyet, en üst noktada konumlandırılırken İslam da medeniyetler içinde bir medeniyet ve küresel medeniyetin bir rengi olarak telakki edilir oldu. Zira soğuk savaş sonrası artık çözülmeye başlayan ulus-devlet, kapitalizmin itici güçlerinden biriydi ve batılıların bakışına dair en büyük itiraz İslam dünyası da çoktan yükselmeye başlamıştı bile.

Müslümanlar açısından bakılınca…

Müslümanların küresel kültüre itirazlarının ana teması başından beri değerler üzerindedir. Yani yeni bir algı olarak oluşan iktisadi güç üzerinden analiz edilen bir itiraz geliştirmedi Müslümanlar. Modern sonrası dünyada ise tartışma Müslümanların istediği zemine yavaş yavaş kaydı. Yeni tezlere göre artık medeniyetler arası değil her medeniyetin kendi içinde sınıflar/toplumlar arası bir çatışma meydana gelecekti. Sınıfların bu çatışması da genel itibariyle değerler üzerinden şekillenecekti. Değerler üzerinden yapılan tartışmalar ise bir yönüyle gelip üstünlük iddiası ekseninde cereyan edince sosyal bilimler yeniden yazılmaya başlandı, meseleye deva olacak çarelerin peşine düşüldü. O da şuydu: sosyal bilimlerin bu yeni görünümüne göre hiçbir değer ötekinden üstün değildir. Akademi de buna katkı sağladı ve bugünkü tablo oluşturuldu. Yalnız burada Müslümanlar açısından sinsi bir tuzağın olduğu geç fark edildi belki de. Zira ilahi vahyin kendinden menkul üstünlük müjdesi yitirilince, tüm değerlerin eşitlendiği yani Müslümanlık ile başka inançlar arasında sadece ton farkının kalacağı bir sonuç doğmuş oluyordu. Bu da Müslümanların iddiasını terk etmesi demekti.

Tezahürleri bakımından çok şey söyleyebileceğimiz Protestanlığa ilişkin birkaç notu iliştirmekte fayda var. Günümüz Müslümanlarının en azından bir kısmı fark etmeden Protestanlığın ideallerini içselleştirme eğiliminde olduğu için bu hazır kültür içinde birtakım yollar arıyorlar. Protestanlığın yolunu döşediği kapitalist çarka ikna olmuşlarımız dahi var. Bir başka husus ise Protestan kültürünün bir parçası olarak ortaya çıkmış olan çekirdek aile gördüğümüz en somut misallerden biri. Buna benzer şeyler toplumsal hayatımıza ilişkin görünür olan pek şey ile kendini gösteriyor. Örnekleri çoğaltmak mümkün.

Bir hayat tarzı olarak modernitenin düşünce sistemi anlamında da sekülerleşmenin etkisini iyiden iyiye hissettirdiği zamanlardan geçiyoruz. Müslümanlar açısından teolojik ve sosyolojik pek çok yeni tartışmanın kapısını açan şey tam da bu tarz değişimidir. Protestanlığın açtığı bu fikre kapılanlardan işittiğimiz temel söylemleri ekleyerek toparlayalım. İlk olarak Kur’an Müslümanlığı tanımı. Vahye yeniden dönme, tecdid düşüncesi gibi cümlelerle kendini açıklasa da bu kalıp sünneti tartışma konusu yaparak ciddi bir tehlike arz etmektedir. Yine bir medeniyet olarak İslam sıkça dillendirilir ancak bu medeniyetten kasıt Medine›de mukim kurucu medeniyet değil; maddi güç üzerinde daha çok göze giren Kurtuba’da somutlaşmış olan medeniyettir. Salisen, Celaleddin-i Rumi ve Mevlevilikle somutlaşan mistik İslam’dır. İnsanların batıda Mevlevi olup Müslüman olmamalarını buna bağlamak pekala mümkün. Son olarak da iktisadi İslam diyebileceğimiz kapitalizmden yana bir tavırdır. Antikapitalizmin de varacağı nokta bunun çok da uzağı değildir.

Küreselleşmeye uygun hale getirilen, içi boşaltılan, bugün light İslam olarak ifade edilen şeyin kısa özetidir bu. Bir deistleşme eğilimi olduğunu ifade ettiğimiz protestanik İslam anlayışı etle kemik olmuş kitap ve sünneti birbirinden ayırmak gibi bir yolu açmış ve zihinleri Protestanlığın şantiyesine çevirmiştir. Sosyal ve siyasal sonuçları bakımından oldukça dikkate değer olan Protestanlık, farklı boyutlarıyla tezahür ediyor. Globalizasyon kıskacından kurtularak bu kültürü ayıklamak ise ciddi bir zaman gerektiriyor.