Gazeteci değilim. Bu köşede elimden geldiğince dayatılmış gazetecilik etiğini reddederek bir şeyler karalamaya çalıştım. Çünkü en temelinden, gazeteciliğin tarafsızlık misyonu barındırdığına inanmıyorum. Çünkü akademilerde öğretilen, televizyonlarda hikâyesi anlatılan, gazetelerde edebiyatı yapılan ideal tarafsızlık tanımını kabul etmiyorum.
Türkiye sosyolojisindeki tarafsızlık mefhumunu iffetli bulmuyorum. Taraf olmak bir haysiyet, bir şuur meselesidir. Hakkın, hakikatin, hayırlının tarafında olmayı; omurgasız objektif tutumlardan yahut tarafsızlık pelerinine gizlenen ihanet hokkabazlıklarından çok daha namuslu bir duruş olarak görüyorum. Hatta namus bakımından bunları birbirine kıyaslamayı bile uygun bulmuyorum.
Ortada zihinlere kodlanmış kocaman bir yalan var. Bir tarafsızlık yalanı. Bu yalan; ihaneti meşrulaştırıyor, zorbalığı hoş görüyor, zulme paye veriyor. Bu yalan; zalimi ne kadar kolluyorsa, zulmedileni o kadar hor görüyor. Ve içtimaî çapta öylesine kimlikleşmiş bir yalan ki bu; nüfusuna giren baş üstünde tutuluyor, o kimliği reddeden ise en aşağılık tanımlamalara özne oluyor.
Ahlâkın etikleştiği, kıymetin normlaştığı her türlü bâtıl düzeni inkâr ediyorum. Kendi etik anlayışına ve kendi norm yargılarına göre benim ahlâk ve kıymet hükümlerime şahsiyet biçen tüm gâvur atılımlarına şiddetle karşı çıkıyorum. Bu nispette, kendi idrak ve izanıma tecavüz eden, dinimin, devletimin ve milletimin bekasını ilgilendiren bahislerde vereceğim reaksiyonları ferdî ve toplumsal bazda yönlendiren gâvur manipülasyonlarının cemiine düşmanım. Tarafsızlık ve barış süslemeleriyle bu manipülasyonları işlevselleştiren her türlü iç girişime de alerjim var.
Asırlardır, her devirde icap ettiği usulde nasıl saldırıyorlarsa, şimdi de bu devrin usullerince fakat aynı çirkinlikle saldırıyorlar. Bu çirkinliğe alkış tutan güya yerli güruhu; benimle aynı medeniyetin bir parçası, aynı iddiaların müdafi olarak görmüyorum. Bu şerefsizlere alan açan topyekûn birlik/bütünlük safsatalarını reddediyorum. Bu aidiyetsizlerle aynı tarafta durmayı tarafsızlık addeden lağımlaşmış algı tezahürünü kabullenmiyorum.
Terörizmle aynı dili konuşan, gayelerini Batı’nın çizdiği taslak üzerinde belirginleştiren, eylemlerini Batı emperyalizminin çıkarları doğrultusunda gerçekleştiren, Makyavelist ve düzenbaz bir muhalefet tipini ülke yönetiminde söz sahibi kılan bir demokrasiyi tanımıyorum. Haine hain demenin radikal kaçtığı bir kamuoyu nizamını desteklemiyorum. İstediği zaman, istediği şekilde, istediği oranda yalan söyleyebileceğini ve bu şekilde toplum-devlet ilişkisinde parazit çıkarabileceğini zanneden serserilerle “aynı gemide’’ olmak istemiyorum.
He ne olursa olsun, gerekirse kendi hakkından feragat edip devletin, milletin ve en başta ümmetin geleceğini düşünen teyakkuz erbaplarıyla, 3-5 köşe yazarcığının, birkaç politika şarlatanının, bazı sanatçı müsveddelerinin gazına gelip olan biteni sığ ve kronik şekilde sefil ideolojilere mahkûm olarak ele alanları, aynı halk tanımının içine sokmuyorum.
Kelâmın hâsılı…
Kurtuluş reçetesini Amerikan eşkıyalarında, İngiliz kraliçesinin buruşuk ellerinde, kan emici İsrail’in kucağında, Moskof çukurunun en derininde arayan ne kadar klik yahut lobi varsa hepsini dışlıyor, kadîm hakikate tevekkül edip, ruhuma beden biçmeye çalışan hadsizlerin tümüne muhalefet ediyorum.
En azından böyle olmaya niyet ediyorum.
-Bîtaraf olan bertaraf olur.