Büyük acılar ya da büyük kaygılar insanların önceliklerini değiştirebilir. Öyle bir an gelir ki uçağı kaçırmamak için telaşla koştuğunuz yoldan geri dönebilirsiniz, çok sevdiğiniz arabanızı hatta evinizi gözünüz görmez olabilir. Tatiliniz, işiniz, paranız birden önemini yitirebilir. Bu yaşadığınız acının ya da kaygının büyüklüğüne göre her şeyin sırası değişebilir ve üzerine titrediğiniz konular aniden önemsizleşebilir. Bunun adı kaygı ya da korkuyla öncelik değişmesidir işte. Bireylerdeki bu halin aynısı toplumlar için de geçerlidir.
Türkiye, en başta kendi güvenliğini tesis etmek için sınırlarının dışına askeri operasyon düzenledi ve büyük bir başarıya imza attı. El Bab bölgesinden DAEŞ denilen kiralık köpekler kovuldu. Türkiye, bunu yaparken yerel insan kaynaklarını, hem operasyon sırasında verimli olarak değerlendirmek hem de geleceğe matuf stratejik hamlelerin tohumlarını ekmek için dünyaya parmak ısırtan bir organizasyonla yönetti. Musul’dan bile önemli olan El Bab, Türkiye sayesinde cehennem köpeklerinden kurtuldu. Musul’dan bile önemli diyorum; çünkü El Bab (Bab kapı demektir) adı üzerinde bir kapıydı. DAEŞ dünya ile bu kapı sayesinde irtibat halinde kalabiliyordu. Musul’daki DAEŞ ise sadece kapalı kutuda birikmiş cerahatten ibaret aslında.
PKK ve DAEŞ savaşma numarası yapacaklardı. PKK, Suriye’yi DAEŞ belasından kurtaran cici sekülerist gerillalar olarak gâvur gazetelerinde çiçek koklarken boy göstereceklerdi. “Türkiye de aslında DAEŞ’i desteklediği için PKK ile savaşan ülke” durumuna düşecekti. Bu tezgâh bozulmuş abe aymazlar, daha ne olsun istiyorsunuz? Birbirinin şalvarında sürünen aynı patronun kiraladığı bu domuzlar PKK ve DAEŞ, El Bab kapısı sayesinde ortak operasyonlar yapabiliyorlardı. Mesele bu kadar önemliyken niye biz bu zaferi doğru düzgün gündem yapamadık? Niye manşet olmadı? Niye olay olmadı? Önünüzde ne gibi bir derdiniz vardı da öncelik sıralamanız değişti ve bu konu önemini yitirdi? Belki dertten değil de kaygıdandır ha… Ne dersiniz? Belki Türkiye’nin başta kendi güvenliği için ama uzun vadede etrafına adalet dağıtma hamlesinde tarihe geçen zaferlere imza attığı için birileri kaygılanıyordur.
TSK’da bir gecede, bin yıl sürecek dedikleri ama yüz yıl bile dayanamayan işkence sona erdi, başörtüsü yasağı kalktı. Bunu bırak haber yapmayı, manşete taşımayı sevinmediniz bile. Hani Müslümandınız siz? Hani sizin derdiniz Allah rızasıydı? Hani sizin aman Allah’ım yerlere göklere sığdıramadığınız, her fırsatta hükümete laf sokmak için kullandığınız ahlak kurallarınız, İslami ve insani hassasiyetleriniz vardı? Ne oldu? Buna da sevinemediniz…
Yarın Ayasofya açılsa, ben adım gibi eminim “Ayasofya açılsın” diye velvele yapanlar, yine şikâyet edecek bir şey bulacaklar. Yalancı mısınız? PKK, DAEŞ, başörtüsü, 28 Şubat, Ayasofya konusunda ağzınızdan dökülen lakırdılar yalan mı? Solcuların işçinin, emekçinin derdini ettikleri gibi siz de bu meseleleri mi istismar ediyordunuz yıllardır? Yarın, dertleniyormuş gibi numaralar yaptığınız sorunlar çözüldükçe sataşacak yeni bahaneler mi bulacaksınız? Belki de yeni bahaneleri siz kendi kendinize üretirsiniz kim bilir, şüphelisiniz artık çünkü… Ne olursa hamd edip, “Haydi sıradaki işimize bakalım” diyeceksiniz. Ne gibi bir derdiniz var da önceliklerinizi değiştirdi? Tam olarak neyden korkuyorsunuz? Önceliklerinizi değiştiren kaygılar nedir? Ne olsun istiyorsunuz? Zaman görecelidir diyorlar ya hani, duruma göre hızlanıp yavaşlayan ve aslında linear olmayan yani doğrusal akmayan bir şeydir diyorlar ya… İşte en çok sizin için hızlanıyor zaman ve az bir vakit içinde başörtüsüne niye sevinmediğinizi, El Bab başarısının neyini beğenmediğinizi açıklamazsanız; İslami hassasiyetleri istismar eden işe yaramazlar, ne olursa olsun tatmin olmayanlar, her şeye sataşacak bir şey bulan müzmin şikâyetçiler olarak yazılıyorsunuz milletin hafızasına haberiniz olsun… Yarın adam yerine konulmayınca ağlamayın boşuna…