Herkes onları ‘Suriyeli’ olarak biliyor. Ancak onlar Suriye’siz! Sokaklarda karşınıza çıkıyor. Her köşe başında beliriyor güzel gözlü o çocuklar.

Bir öğle vakti, füzelerin evlerine isabet etmesiyle, ailesinin eriyip gitmesini seyretmiş çocuklar… Savaşın çocukları… Annelerini özlüyor, babalarını özlüyorlar. Derin bir yokluk içinde vatansız çocuklar…

Ana kucağı ve baba ocağından olmuş dünyadaki mülteci çocukların sayıları 152 milyon kadar! Uyrukları farklı, çocuklukları ve yaşadıkları aynı… Onlar bir ikindi vakti, uçurtma uçurmayı hayal dahi edemiyor, akşamüstü göl kenarındaki yeşillikte oynamayı düşünemiyor.

Dünya genelindeki 88 milyon erkek, 64 milyon kız mülteci çocuk, annelerinin kuzusuydu. Anneleri şimdi ahirette, derin bir özlem ise onların gözlerinden akıp yanaklarını ıslatan çaresizliklerinde…

Günü kurtarmak için canlarını dişlerine takarak, mendil uzatıyor, çıplak ayakla bir üst geçit merdiveninde utancından yere bakarak oturuyor. Yine çocuklukları ile masum, yine tertemizler… Gözlerindeki umudun ışığı sönmeye, yüzlerindeki aydınlık gölgelenmeye, kalplerindeki direnç zayıflamaya başladığında, bir el birkaç demir para uzatıyor… O paraya uzanan titrek el nasıl minnet edeceğini bilemiyor, ellerine yapışıyor öpmek için savaşın çocukları. Onlar Suriyesizler.

Anne babalarına naz yapamıyor. Evindeki sıcak yatağından olmuş, kış soğuğunda, bilmedikleri bir ülkenin, tanımadıkları insanlarının ayakkabıları ile basıp geçtiği betonlarda dizlerini kırıyorlar.

Ürkek gözleriyle merhamet sahibi biri ‘hissetsin’ de bir öğün karınları doysun diye bekliyor. Suriye’deki vahşetten koruyamayanların vicdanları ise onlara sağır! Pis su birikintisine basmaktan kaçar gibi geçip gidiyorlar yanlarından… Onların yeri, anne babalarının güvenli kucağı veya ailesiyle gittiği bir oyun parkı olması gerekirken başka ülkelerin başka şehirlerinde masum ve mazlum şekilde dolanıp duruyorlar.

Adını sorduğunuzda, kendisininkini değil; annesinin ismini söyleyecek kadar kapanmaz bir özlem ve yalnızlık çekiyorlar. Sadece güven içinde yaşamak istiyorlar. Hayaller kuracak yaşlarında, hayallerinden olurken; bir gün bir bomba ile değişen hayatlarını, neşeden hüzne dönen ‘eksilmiş’ ömürlerini teselli etmeyi diliyorlar.

Kimisinin daha ağzı süt kokuyor. Gaziantep’te valiz içinde parka bırakıldığı için ölen ve hiçbir akrabası olmadan, kendisine yabancı insanlar elinde toprağa verilen ‘isimsiz’ bebek gibi… Adana’daki 7 aylık Salim Abdurreza gibi… Yüksek ateş ve ishal şikâyeti ile aynı gece 3 defa hastaneye götürülen, adeta ölmek isteyen minik Salim, ambulansta hayatını kaybederek, 28 haftalık ömrüyle sanki yaşamaktan usanmıştı.

Yerleşim merkezlerini bombalayan, sivillerin üzerine sözüm ona fonksiyonel silahlarla kimyasal kurşun yağdıran savaş uçaklarının saldırıları altında kalan küçük Umran’ın Halep’teki bir ambulansta kireç, toz ve toprak içinde kalmış masumiyet dolu yüzü unutulabilir mi? Ambulans koltuğunda sessizlik içindeki çocuğun ufak elini yüzüne götürüp kan dolan parmaklarına bakınca yaşadığı korku, insanlığın ihtirasları, politik ve ekonomik çıkarları için ne kadar gaddarlaşacağını, vahşileşeceğini gösteriyordu.

Lüks ve eğlence merkezi Muğla’nın Bodrum ilçesinde kıyıya vuran Aylan bebek ya da… İnsanlığın kirlenen vicdanını ortaya koyarken, kaçımız ne kadar süre ile hissettik bu acıyı? Aradan 3 yıl geçti ve Suriye’deki iç savaş hâlâ aynı şiddeti ile sürüyor işte. Yeni Aylanlar’ın, Umranlar’ın mağduriyetleri artarak tekrarlanıyor. Hayatı erken yaşta tanımak zorunda kalan bu çocuklar, aslında ‘kendileri aşkına’ savaşılması gerekirken; hırsları ve hazları için savaşıp da onları öldürenlerin caniliğini gösteriyor.

Bu çocuklar, insan olmanın emaneti olarak bizim; hepimizin… Hepimiz sadece kendi çocuklarımıza değil, etrafımızdaki tüm çocuklara ‘kendi çocuğumuz’ nazarıyla bakmalıyız. Çünkü onlar, Suriyeli değil; Suriye’siz.