Dış basında ağırlıklı olarak bir mezhep çatışması şeklinde verilen Tartus ve Lazkiye’de çıkan çatışmalar, mezhepsel olmakla birlikte başka sebeplere de dayanmaktadır.

Birinci sebep, Gazze meselesi çıktığından beri defalarca belirttiğim gibi İsrail, sadece Gazze’yi değil, Lübnan’ın ve Suriye’nin de kıyı bölgelerini ele geçirmeyi hedeflemektedir.

Ne tesadüftür ki Ahmet eş-Şara iktidara geldikten sonraki ilk yoğun çatışma Suriye’nin kıyı bölgelerinde çıkmıştır. Tekrar etmekte fayda var; Doğu Akdeniz’in kaynaklarına sahip olmak isteyen İsrail, sadece Gazze’yi değil, Lübnan’ın ve Suriye’nin de Akdeniz’e kıyısı olan bölgelerini ele geçirerek veya kontrol ederek Doğu Akdeniz’e tüm çıkış bölgelerini elinde tutmak ve her türlü kaynağı sömürmek istemektedir.

İkinci sebep; Lazkiye, Tartus bölgeleri Hristiyan nüfusa sahip; daha da önemlisi, Esed yanlısı bir kesimin yerleşiminde olan liman kentleridir. Dolayısıyla bu bölgedeki olayları mezhep çatışması olarak lanse etmek son derece kolay ve dış kamuoyuna inandırıcı gelmektedir.

Üçüncü sebep ise Suriye’deki çatışma ortamının en çok İsrail’in işine yaramasıdır. Çünkü Türkiye’nin desteklediği güçlü bir hükûmetin Suriye’de istikrar ve barışı sağlaması hâlinde İsrail, Suriye’nin güneyinde Dürzileri kolayca kışkırtıp burada kendisine nüfuz alanı adı altında tampon bir bölge oluşturamayacak ve bölgede istediği gibi at oynatamayacaktır.

Kahire’de 4 Mart’ta düzenlenmiş olan Arap Zirvesi öncesinde Lübnanlı Dürzi lider Velid Canbolat’ın da açıkça belirttiği gibi İsrail, Orta Doğu’da mezhepsel ayrımları kendi lehine kullanarak bölgeyi parçalamaya çalışmaktadır. Böylece Canbolat’ın da belirttiği gibi, İbrahim Anlaşmalarıyla Büyük İsrail projesini hayata geçirmek isteyen İsrail’e karşı Arap liderlerinin çok geç olmadan sorumluluk alması gerekmektedir. Canbolat’ın kastettiği Arap liderler hangileridir diye aklınıza gelebilir. Mısır lideri Sisi’nin yanı sıra Körfez ülkelerinin liderleri bu aşamada öne çıkmaktadır.

Fakat ne yazık ki ne Mısır ne de Körfez ülkeleri tam olarak İsrail’in karşısında durabilecek şartlara sahip değillerdir. Bu ülkelerin pek çoğunda ya büyük Amerikan askerî üsleri vardır ya da savunmaları Amerika’ya bağımlıdır veyahut da yönetim kadroları tamamıyla ABD eksenli hareket etmek zorundadır. İşte bu aşamada İsrail’e tam anlamıyla dur diyecek askerî güce sahip, ABD ve İsrail’den bağımsız bir politika izleyebilecek bir Arap lideri ne yazık ki öne çıkmamaktadır.

Orta Doğu coğrafyasında hem diplomasi hem de savunma alanında İsrail’in tehdit olarak algıladığı tek ülke Türkiye ve onun lideri Erdoğan’dır. Dolayısıyla ülkemizde PKK’nın tasfiye edilmesinin ilan edildiği şu günlerde Suriye’de sıcak çatışmaların çıkması hiç de tesadüf değildir. YPG, Öcalan’ın silah bırakma çağrısını kabul etmemiştir. Zira YPG gibi unsurlar Trump’ın öngörülemezliği karşısında telaş içerisindedirler ve tutunacak bir dal aramaktadırlar. Türkiye hem kendi içerisinde hem de Suriye’de istikrar ve birlik sağlarsa bundan en çok zarar göreceklerin başında YPG ve kendisini destekleyen akbaba misali aktörlerdir. Bu aktörlerin kimler olduğunu ise yazmama herhâlde gerek yoktur.