“Kişinin(İnsanın) en büyük yanı, kendini kuran yanı, direnebilmesidir.”

Nuri Pakdil

“Ne garip bir oyuncak şu insan! Yürür, konuşur ve acı çeker. 70 kilodur. Kendisine ve çevresine ait hiçbir şey bilmez. Bir nevi ıstırap makinesi. İplerini başkaları çeker. Hantal ve şapşal bir robot. Neye sevinir bilinmez. Sınırsız olan hayalleri ve acı kabiliyeti. Etten bir kafes ve aciz içinde kıvranan bir ruh. Vücut araba, akıl arabacı. Ama gözleri bağlı arabacının, arabaya hükmeden, atlar… Buda haklı: Varolmak için yok olmak lazım, parça bütüne kavuşacak ki hasret dinsin. Bütün musiki, bütün şiir, bütün aşk, bu bir çuval kemik, bu asi ten, bu aptalca endişeler ne olacak? Ne olacağını bilen var mı? Kader hep oynayamayacağı roller yükler insana ve ıslıklar. Alkış sahtekârların…”

Cemil Meriç

“ İnsan üç beş damla kan ve bin bir endişedir ” Sadi Şirazi

Gittikçe genişleyen evrenin içinde bir galaksi: Samanyolu! O galaksinin içinde gün geçtikçe daralan bir gezegen: Dünya! Deni kökünden dünya denilen gezegenin için acayip bir mahluk: İnsan!

Her şey insan için. Her şey insana göre…

Dünya diye bir yer varsa insanla var. İnsanda var. İnsanda insandan ne kadar var?

Ne problemli bir varlık insan. İhtirasları da bitmez. Hayal kırıklıkları da. Durmadan ister. İster ve bekler. Beklemek ve istemekten yaratılmıştır dense yeridir. Bir de verir insan. Kimilerine göre vermek insanı kılar. Verdikçe var olur insan. Acelecidir Kur’an’a göre. Yine nankördür ona göre. Nankörlüğü de bitmez vefası da. Dolayısıyla cefası da.

Bir yanıyla sonsuz endişenin çocuğudur, diğer yanıyla evreni yeniden kuran fikirlerin. Ne endişesi fikirlerinden ne fikirleri tasalarından bağımsız değildir. Tasasıyla tasarıları at başı gider. Birbirini iter ya da çeker. Besler ya da yok eder. Bir savaştır içinde insanın, hükmünü sürer de sürer.

Çoklukla muamma diye nitelenmiş ve “insan denen muamma” deyip çıkılmıştır işin içinden. Çıkılmış mıdır gerçekten? Tarihin en büyük muammasından çıkabilmek mümkün müdür sahiden? Birileri diyecek belki, Tanrı dururken nasıl olur da insan en büyük muamma olur? Böyle düşünenlere çatallık bir gol atıp nanik yaparak diyelim ki, Allah( azze ve celle) tarih dışıdır. Tarih tümüne malik olmadan insanın ürettiği acziyetler kronolojisidir. Allah bütün acziyetlerden münezzehtir. Ve insanın bile sığmadığına sığdırılması muhaldir.

Golü atıp nefsimizi teskin ettikten sonra gelelim asıl meselemize! Yani insana. Bütün oyunun üzerine oynandığı, bahusus, kendisinin de iyi bir oyuncu olduğu insana!

Sınırsız varlığımız içindeki sınırlı yokluğumuz diyeceğim dağarcığımızda “tekamül” diye bir kelime vardır. Kamil olana-olmaya yolculuk anlamını verdiğim kelime çoklukla “gelişme”, “olgunlaşma” gibi anlamlarda kullanılır. -Müradifi olarak geçen “evrim” kelimesi, sakat bir teoriye isim olarak maddi ilerlemeyi temele koyduğu için, bu kelimeden uzak duruyor ve “ tekamül” kelimesinin altını çiziyorum- Kullanılır kullanılmasına ama, cümle içinde kullanmaktan öteye geçmez hayatımızda tekamül kelimesi. Hayatımıza sirayet etmez. Onu ele geçirmez. Halbuki insan tekamül ile bilinir. Onun bilme, bildirme, anlama ve yaşama gibi özellikleri hep tekamülle ilgilidir. Her nefes bir sonraki daha iyi nefes için bir hazırlıktır. Geriye doğru gitmek bile ilerlemek içindir insanın hayatında. Geçmiş gelecek içindir mesela. An’da gelecek içindir. Hep daha iyisi, daha güzeli için bir paslaşmadır. Bu serüvende yapılan her hesaplaşma tekamül içindir. Nefis terbiyesi, tezkiyesi ya da otokontrol gibi insanın kendi kendini kontrol altına almasını ifade eden bütün kelimeler tekamülle vardır, tekamül için vardır. Burada ilerleme derken terakki masalından bahsetmiyorum. Benim bahsettiğim ilerleme insanoğlunun ilerlemesi değil. Kişi olarak, şahsiyet olarak insanın ilerlemesi. İç ilerleme bahsettiğim. İnsanın içinin ilerlemesi. Eğer terakkiden bahsetseydim bahsetmeye gerek olmazdı. Çünkü manzara ortada. Dışsal olarak ilerlemiş insanın hem insanı hem de dünyayı nereye getirdiği açık. Dışta arttıkça içte azalan varlık olarak insan, Hobbes’in “Lupus(Kurt)”una dönmüş durumda(modern).

Biz bu insanı istemiyoruz. Bu insandan bahsetmek de istemiyoruz. Hepimiz ona döndük çünkü ve bizim aslımıza ihtiyacımız var. Esaslı bir dönüşle esasımıza dönmeye.

İşbu, esasıyla esaslı insan, Ali Şeriati’nin deyişiyle “ olma halinde bir varlıktır ”. İnsan olma halindedir. Bir hal üzeredir yani. Bu bir tavır biçimidir ve hareketi barındırır. Hareket ettikçe var olur insan. Ama bu hareket ne dikey ne de yatay bir harekettir. Hem yatay hem dikey bir harekettir. İnsan içine doğru bir yolculuk yaptığı gibi dışına doğru bir yolculuk da yapmak zorundadır. İnsanı bütün buutlarıyla ele alan ve hem fiziki hem de metafiziksel açıdan hakkını vererek ağırlığınca yaşamasının önünü açan İslam dini, insanı,  nefis tezkiyesi üzerinden kendini bilmeye davet ederek iç yolculuğun; yeryüzünü dolaşın ve gözünüzü çevirin bakın, olmadı bir daha, bir daha diyerek de dış yolculuğun önünü acımıştır. Bunu bilen ehl-i hakikat, içsel ve dışsal anlamda yerinde duramamış ve kendinden kendine olduğu kadar diyar diyar da gezmişlerdir.

İnsan neden bu yolculukları yapmak zorundadır?

Çünkü ham olarak gelir insan. Zamanlar pişer, sonra da yanar Mevlana’nın ifadesiyle. Bütün insanlar için geçerli olmayan bu durum, potansiyel olarak bütün insanlarda mündemiçtir. Her insan fıtraten yanmaya ayarlı olarak dünyaya gelir. İmtihan denilen çetin bir şey vardır ve herkes ona muhataptır. İmtihanın kazanılması ise geldiği gibi gitmek değil, değişerek, dönüşerek ve çoğalarak gitmektir. Bilgi yönünden çoğalmayı, tavır alma ve davranış yönünden değişimi içeren bu hal bir süreçtir ve biz buna yaşamak deriz. Biz buna yaşadıkça insan olmak deriz.

İnsan yaşadıkça tamamlanan bir varlıktır buna göre. Expery’nin insanı şehirle özdeşleştirip sen “ tamamlanansın ” demesi boşuna değildir Kale isimli eserinde. Bu bağlamda insan şehirlere çok benzer. Dikkat ederseniz kent demedim. Zira kent olmuş bitmiş bir hadisedir. Burada şehirden kasıt İslam şehri olup, hayatın akışına göre şekillenen organik yerleşim yerleridir. O akışa göre şekillenmesi şehrin de insan gibi olma halinde bir varlık olduğuna delalet eder. İnsan oldukça şehir de olur bir nevi. Bu, serüvenimizin Allah’ın yaratışındaki renkliliğe ve her an mucize yaratma özelliğine açık olarak şekillenmesidir. İnsanın kendini yerde ve gökte var olan her şeye açması, onları anlayarak anlamlandırmasıdır. Donmanın bütün hallerine sırt çevirerek kendini bitmez bir yineleme ve yenileme hareketinin içine sokmasıdır. Sokması diyorum çünkü, dışımızda böylesi bir hareketlilik varken, yokmuş gibi davranabiliyoruz. Hatta çoğu insan hayatı böyle yaşıyor diyebilirim. Eşyayı her an okuma bilincinden yoksun, bildikleriyle yetinip oluşturduğu kırmızı çizgileriyle hayatı idame ettiren, bütün yargılarını kendine göre belirleyen, eleştiriye tahammülü olmayan, başka türlüsünün imkanına ihtimal vermeyen bir varlık olup çıkmış gibi herkes. Modern insan tam olarak buna tekabül ediyor. Demokrasinin zaferleriyle dünyaya doğru koşan ama dünyanın içindekileri okumaktan yoksun, etrafındaki her şey hızla değişirken kendisi yerinde sayan ve içindekileri put edinmiş insan. Bana bu durum hep şu ayeti hatırlatır. “ Heva ve hevesini put edineni gördün mü?”

İnsan olmuş bitmiş bir hadise değildir özetle. İki göz, kulak, burun, eller, ayaklar ya da kalp. Hatta akıl sahibi olması ona insan demek için yeterli değildir. İnsan olmak için çaba sarf etmek gerekir. Öyle olmasaydı eğer, “Allah’ın bizi insan eyle” diye dua edilir miydi hiç?

Bugünün insanına bunu anlatmak çok zor ama. İlerlemeci tarih anlayışının metazorik çocukları olarak bizler, teknolojideki ilerlemeye bakarak insan olarak da ilerledik sanıyoruz. Tarihin, sözde en özgür insanı olarak hayatımızı seçimlerimiz üzerinden belirleyip zaptu rapt altına aldığımızı ve olduğumuz şeyin olabilecek en iyi şey olduğumuzu. Sorsanız kimse bunu kabul etmez bu arada. “Hayır ben öyle düşünmüyorum. Elbette insan gelişmelidir, yerinde saymamalıdır” der herkes. Ama bir de hayatına bakın o insanların. Olaylara verdikleri tepkilere. Kendini inşa etmeye dair olmayan çabasına. Pek de öyle olmadığını görürsünüz. Eleştiriye açık olmadığı için bunu da anlatamazsınız vesselam..