Aslında yazımın başlığı Sebe’ Suresi’nin yirmi dördüncü ayet-i kerimesidir. İnsanın elde ettiği serveti ve geliri sırf çalışmasının sonucu olmayıp, Rabbimizin takdiri ile tahakkuk eder. Bu bağlamda insan sahip olduğu malında insanların ve toplumun hakkı olduğunu, bu mala karşılık kendisine birtakım görevler yüklendiğini bilir. Şayet işveren ise yönetimde adil davranır, işçisinin hakkını ölçüsünde ve vaktinde teslim eder.
Ancak günümüzde dünya genelinin olduğu gibi İslâm ülkelerinin de tatbik etmek zorunda kaldığı serbest piyasa ekonomisinin bölüşüm sürecinde giderek artan adaletsizliğin çevrelediği tam ters bir süreç işler. Zira önceki yazılarımda bu durumun, üretim sistematiği, özel mülkiyet ilkesi ve veraset kurumu üzerinden sebeplerine değindim. Peki ya sonrası yok mudur?
Kapitalist düzende üretimi sürekli olarak daha fazla artırabilmenin yolu sermaye birikiminin yükseltilmesinden geçer. Hemen bu aşamada önemli bir parantez açarak kastettiğim “sermaye” ifadesinin finansal sermayeyi değil, fiziki sermayeyi ifade ettiğini belirtmek istiyorum. Yani sermayeden kastım, üretim sürecinde kullanılan, emeğin verimini artıran insanlar tarafından üretilmiş olan üretim araçlarıdır. Çok fazla teoriye girmeden üretim sürecinde kullanılan fiziki sermayenin kaynağının finansal sermaye yani yatırım harcamaları ve yatırım harcamalarının kaynağının da tasarruflar olduğunu söyleyebilirim.
İnsanlar ya emek sahibi, ya da sermaye sahibidir. Sermaye sahibi olan bireyler üretim gerçekleştirerek bunun karşılığında kâr, rant ve faizden oluşan sermaye geliri elde ederken, emek sahibi bireyler bu üretim sürecinde görev alarak ücret geliri elde ederler. Sonuçta ister emek ister sermaye sahibi olsun elde ettikleri bu gelirin bir kısmını tüketim harcamalarına ayırırken kalan kısmını tasarruf ederler.
Nitekim sermaye sahipleri sermaye birikimini yükseltebilmek için üretim sürecinde elde etmiş olduğu (kâr, rant ve faiz) gelirin oldukça fazla olmasını amaçlar. Bu yüzden emeği minimum maliyetle çalıştırır. Zira sermaye sahipleri üretim sürecinde elde ettikleri gelir içerisinden, üretime emeğini satarak iştirak eden bireylere ne kadar az ücret geliri öderse, kendi eline kalan gelir görece fazla olacak ve böylece daha fazla tasarruf imkânına kavuşacaktır.
Sermaye sahipleri şayet yeterince tasarruf imkânına erişememiş ise bu açığını, gelir fazlalarını finansal piyasalar aracılığı ile değerlendirmek isteyen emek sahiplerinin tasarruf fazlaları ile kapatmak isteyecektir. Böylece ücret geliri elde eden emek sahiplerinin üretim sürecinde zaten asgari düzeyde tutulmaya çalışılan bu gelirinin tüketime ayırdığı kısmı evvel yazılarımda bahsettiğim üzere üretim-tüketim-üretim gerçeği üzerinden lüks harcamalara çekilerek israf edilirken, tasarrufa ayırdığı kısmı da yeniden sermaye sahiplerinin üretimlerinin finansmanında görev alacaktır. Nihayetinde emek-sermaye arasındaki gelir adaletsizliği böylece daha derinleşecektir. Peki, Allah rızkını keserse, kimdir size rızık verecek olan? Hayır, onlar azgınlık ve nefretle direnip durdular (Mülk, 67/21).