ŞİMDİ AL SONRA ÖDE!Toplumsal hayatımızda davranışlarımızı belirleyen şeyler nelerdir? Yaşadığımız fiziki mekanların, zaman algımızın zihnimizi şekillendirmesi ne denli mümkündür? Fikrimizi, zihnimizi dizayn eden ögeler ne kadar gerçek ya da temel ilkelerimizle ne kadar örtüşüyor? Bu tip kritik soruların pek çok bağlamda cevabı aranabilir şüphesiz. Birçok disiplin üzerinden yürüyerek farklı neticelere ulaşabilirsiniz pakala ancak ben burada biraz olsun moda kavramı üzerinden bir analiz yapmaya çalışacağım. Öyleyse ‘nedir’inden başlamak yerinde olacak. Nedir moda? El-cevap: İtalyancada değişik ihtiyaçlar ve süslenme özentisyle toplum hayatına giren geçici yenilik. Tabi sadece bu cümle dahi bir sürü tartışmanın kapısını hemen aralıyor.Evvela şunu net olarak belirtmekte fayda var ki modayı belirleyen en önemli unsurlardan bir tanesi iktidar olmanın baskın gücüdür. Sözünü ettiğimiz iktidarın içeriği, niteliği farklılıklar arz etse de iktidar olmak belli bir model oluşturması hasebiyle modada belirleyici bir faktördür. Bu durum modern öncesi dönemden günümüze kadar etikisini çeşitlendirse de her zaman var olagelmiştir demek mümkün.Özellikle modernite ile beraber anabileceğimiz moda kavramı, ilk bakışta dahi akla ‘geçici olanı’ çağrıştırıyor ancak bu geçiciliği, lafı hiç uzatmadan ‘fanilik’ olarak ifade ettiğimizde çok daha çarpıcı çağrışımlar yapmasının önünü alamıyoruz. Evet moda fanidir. Hem de ömrü, -faniliğin bir oratalaması var mı bilmiyorum ama- fanilikten de kısa bir ömür. İçinde yaşadığımız çağı, önceki dönemlerden ayıran belki de en kritik unsur zamanın değişim hızındaki baş döndürücülüktür. Bu baş döndürücü hız yeni boyutlarıyla hayatımızın her alanına sirayet etmiş durumda.Modernitenin baskın geldiği bu çağda modayı masaya yatırdığımızda açık ve net bir biçimde sıralamamız gereken, söylememiz gereken şeyler var. Bir defa az önce yukarıda yaptığımız moda-iktidar ilişkisine bir şerh düşerek ifade etmeliyim ki moda, klasik çağlar ya da geleneksel toplumlar diye tasnif edilen dönemlerde din, iklim gibi sınırlı parametreler üzerinden gelişirken bugün üretilen birşeye dönüşmüştür. Moda üretimi, tüketim alışkanlıklarına yönelik bir mühendislik çalışması olarak karşımızda durmaktadır artık. Öyle ki bir sosyal kimliğin dahi öznesi haline gelebilecek kadar güç kazanmıştır. Dolayısıyla belli akıllarca seçenekler sunulan insanlar -ki buna maruz kalma da diyebiliriz- tercih yapar haldeler bugün.Zamanı kavrayış açısından modaYine meseleyi tahlil ederken modernliğin zaman kavramına bakışının da moda üzerinde ne denli tesir alanı bulduğuna da dikkat kesilmek gerekir. Zira modernlik sürekli iyiye doğru akan bir zaman kurgusuna bağlı bir anlayış olduğu için eskinin kötü olduğu ve değişimin, özellikle de yeniliğin mutlak olduğu bir dünya tasavvurunu koyar önünüze. Bu zamana bağlı kavrayış biçimi, insanı, mekanı da tabii olarak, o zamanın bir unsuru olarak tayin eder; tıpkı fikri, söylemi, sanatı tayin ettiği gibi. Sözünü ettiğim şey bir yandan modernizmin çıkmazıyken diğer yandan da bir endüstrileşmeye zemin hazırlamıştır. Bu durum ise moda için uygun koşulların oluşturulması açısından oldukça mümbit ortam demektir.Batı tipi düşünce kalıplarının temel referans noktalarından biri olan sınırsız ihtiyaçları sınırlı kaynaklarla dengeleme söylemini moda açısından ele aldığımızda yine meselenin bir başka kodunu daah çözümlemiş olabiliriz. Sözü geçen tanımdaki sınırsız ihtiyaçlar ifadesi dahi değerlendirmeye tabi tuttuğumuz moda meselesi için kaynaklık teşkil edebilecek bir unsurdur. Tüketim alışkalnlıklarının yönetilebilmesi için modernliğin itici gücünden ziyadesiyle faydalanan modacılar, sürekli olarak kendilerini yenilemek mecburiyetindeydiler. Sermaye ile de doğrudan bir ilişki kurmanın zorunlu hale geldiği böyle bir ortamda insanlara ihtiyaçlarının sınırlı olmadığı ezberletilmeliydi öyle de yaptılar. Kapitalizmin zorbalığı olarak da niteleyebileceğimiz bu zoraki vaziyet, sermayenin, küreselleşmenin de etkisiyle yayılma arzusunun bir sonucuydu. Yani özendir, üret, sat, eskit, yeniden üret ve satmaya devam et: Meta üretimini zorlayan döngü. Gelinen nokta itibariyle -modern dönem için belki de başından beri- moda belli periyodlarla üretilen ve hızla tüketilmesi sağlanan bir şey.Geleneksel toplumlardaki değişim ile modanın birbirinden kalın çizgilerle ayrılaması zorunludur. Üretilen, yönetilen bir modadan ziyade geleneksel toplumlarda daha insani, daha masum unsurlar değişimin tetikleyicisiydi demek pek de iddialı olmayacaktır. Ki bu durum moda üstü diyebileceğimiz klasikleri bünyesinden çıkarabilmiştir. Yani geçici yeniliğin üzerine çıkabilen şeyler. Belki de bu sebepten modernite kendi klasiklerini oluşturamamıştır; var gücüyle zorlamasına rağmen.Fikir ile olan ilişkiisiModa deyince akla giyim kuşam gelse de zihniyet değişimlerini, fikri akımları, ideolojileri örneğin, bu çerçevede tartışabiliriz. Yakın dönemlere bakıldığında bir dönem yükselen trend romantizmken bir süre sonra yerini realizme bırakmıştır mesela. Asırlarca varlığını sürdüren inançlar hali hazırda dahi toplumlar için en önemli motivasyon kaynakları olurken kendi dönemlerinde olabildiğince güçlü olan ideolojilerin bir süre sonra miyadını doldurması/kaybolması ne ile izah edilebilir? 18. Yüzyılda başlayan milliyetçilik gibi bir fikir akımının dönemin aydınlarınca benimsenmesi sonra terk edilmesi o fikrin demode olduğuna bir işarettir diyebilir miyiz? Elbette.Geçicilik moda için anahtar bir kelimedir zannımca. Çünkü geçicilik onun için bir meşruiyet kaynağıdır. Arızalı zaman okumasıyla geçmişle kavgalı/mesafeli bir ilişki kuran modernite azıcık ardınıza bakmanızı dahi ‘saplanıp kalma’ olarak itham edebilir; toplumun, çağın dışında kalma. Bu da aslında kalıcı şeyler üretme acziyetinin savunmasıdır moda için.Eğer belli değişmez ilkelerin nazarıyla dünyaya bakıyorsanız ve hayatı olabildiğince ilkeleriniz mucibince yaşıyorsanız “hoş bir sada” bırakmanız mümkün olabilir. Buna mukabil insan merkezli değil zaman merkezli bir kavrayışınız varsa -modernitenin bilinçaltlarına yerleştirdiği haliyle- dünya fani değil zaman fani dersiniz ve “anı yaşa”makla işe başlarsınız. Anı yakalayamamak beyhude geçmiş zaman olarak iliştirilir not defterinize. O halde tüketmek adına koşmak, yorulmak gerektir.Tüketim alışkanlıkları ve çevreSosyolojik anlamda etraflıca bakış yaptığınızda modanın bir dayatma unsuru olduğunu görürsünüz. Terk etmeniz durununda ise adı konmamış bir dışlanma ile karşılaşmanız muhtemel. Zira moda özgürlük alanı olarak kabul ettirilir. Bu sebepten de modayı takip özgürlüğün icabı gibi bir algı oluşturulur. Modaya uymayan özgürlüğe uymuyor gibi bir yanılsamanın doğması olasılık dışı değildir bu durumda.Normatif birtakım kalıplarla hanenize, zihninize kadar giren moda, insanları kendine öyle ya da böyle mahkum etme konusunda hafife alınmayacak kadar mahirdir. Kendi kuralları konusunda oldukça titiz ve kim ne kadar uyuyorsa o kadar makbul. Esasen bu noktada bir sosyal baskılanmadan da söz etmek lazım. İnsan-çevre ilişkisinden kalkarak çarpık bir düzlem olduğunu ifade etmek gerek. Zira çevreyi büyük oranda etkisi altına alan moda, sizi, dışında kalmanız halinde “el alem ne der” noktasına götürebilir. Merkez toplumsal algının imajlar üzerinden kurgulandığını varsayarsak artık bilncin merkezi insan değil başkaları olmuş olur. Neticede toplumsallaşmanın bir aracı olarak moda, belli bir gruba dahil olma imkanı elde etmenizi sağlayabilir.Yapısal değil konjontürel birşey olduğunu rahatlıkla anlayabildiğimiz moda, insan tabiatının zaaflarını fırsata çevirerek metalaştırıp bir piyasa oluşturmuş ve tüketim alışkanlıklarını sekülerize ederek yoluna hızla devam etmiştir/etmektedir. Nitelikli üretim ya da tüketim derdinde olanlar içinse popüler olan, bir süre sonra yerini başka birşeye bırakacak demektir; dolayısıyla kalıcı şeylere yönelmek, isimleri silinmiş şeylere nazaran daha akılcı olabilir demektir. Bu endüstri rüzgarının önünde savrulmadan dimdik durmaksa yukarıda izaha çalıştığım gibi belli sabitelere yaslanarak mümkün kılınabilir. Bu, insanı modanın kurbanın olmaktan alıkoyar. Eğer kendinize ait kurallarınız yoksa, belli bir değerler sistemi ile sıkı bir iletişim içinde değilseniz modaya mahkum olmanız, onun zihniyetinizi çözmesi işten bile değildir.Tüketim alışkanlıklarına sık sık vurgu yaptığımız moda noktasında ıslah edici ne yapılabilir sualine verilecek en sağlam cevap sahih sünnete dönmek olabilir. Nitekim modern fikrin literatüründe olmayan israf, kanaat etmek, iktifa gibi kavramlar can simidi gibi hayat kurtarabilecek özelliktedirler. Meseleye bu perspektiften baktığımızda temel dayanak noktasına ulaşmış olmak mümkündür. Her ne kadar reklamcıların her türlü bize ait olan kavramı dahi bir marka uğruna istismar ettiğini görsek de konuyla alakalı net tavrımızı korumanın hayati bir yere sahip olduğu düşüncesindeyim.Aklın korunması prensibiMedyanın sermaye ile olan sıkı ilişkisini düşündüğümüzde modanın zihinlere nasıl pompalandığını tespit kolaylaşacaktır ama son kertede İslam’da bulunan bir temel ilkeden bahsederek sözü bağlayacağım. O da aklın korunması ilkesidir. Evet aklın korunması. Manipülasyona, spekülasyona maruz bırakılan zihinleri kurtarma operasyonu da diyebiliriz buna. İslam’a göre en şerefli mahluk olan insanin fıtri nitelikleri muhafaza edilmelidir. Can emaneten verildiği için iade ederken hasarlardan olabildiğince koruyarak teslim etmenin önemi vurgulanır. Ve akla büyük önem veren ilahi vahyin bu uzvu korumak için emrettiği şey en akılcı ideolojilerin dahi akledemedikleri birşeydir. Yani gerek İslam toplumu gerekse varsa üst yapı Müslüman bireyin zihnini kirletebilecek herşeyden kormakla mükelleftir. Bugünden mizansen bir örnekle meseleyi özetleyelim. Mesela herhangi bir İslam Devletinde tv kanallarında yahut sair kitle iletişim mecralarında reklamlar oldukça farklı olurdu herhalde. Hemen alın, şimdi alın, kampanya başladı, fırsatı kaçırmayın gibi söylemler aklı belli bir tüketime kanalize ettiği için ve haksızlıkla beraber öncelikle hayırda olması gereken rekabeti beraberinde getireceği için müeyyide uygulanırdı. İşte benim için modanın akla yönelik ciddi bir yönlendirme gücü oluşturduğu bu süreçte bakmamız gereken zaviye.Metafizik ögelerin bile reklam sofralarının mezesi olduğu bir çağda temel parametrenin İslam olması hayati bir kıymete hazidir. Evet moda dinin hükümlerini değiştirmiyor/değiştiremiyor belki; ancak dinin toplumsal boyutu noktasındaki ciddi dahlini görmezden gelemeyiz. Helal olan haram kılınmıyor evet; yalnız korunması gerekenlere ilişkin bir esneme oluşturduğu muhakkak. Hiçbir şeyi paranteze alamdan, mizana vurarak tartmak moda ile baş etmenin yolu olabilir. Demokrasiyi, ulıus-devleti, günlük hayatta kullandığımız ihtiyaç dışı eşyaları, sanatı belki.Son iki asırdır oluşan özgüven eksikliğimizin reçetesi olarak çıkarılan her şeyi yutmak zorunluluk olmaktan çoktan çıktı. Algıyı dönüştürmek, değerler sistemimize uygun bir yaşam standardı oluşturmak hayal değil. Şehirleri dönüştürmek, nesilleri doğru olana ikna etmenin bedelleri elbette var ancak bu sadece maziye özlem duymak şeklinde anlamsız ve dönüştürücü olmayan bir öge ile tanzim edilemez/edilebilemez.

Toplumsal

 

hayatımızda davranışlarımızı belirleyen şeyler nelerdir? Yaşadığımız fiziki mekanların, zaman algımızın zihnimizi şekillendirmesi ne denli mümkündür? Fikrimizi, zihnimizi dizayn eden ögeler ne kadar gerçek ya da temel ilkelerimizle ne kadar örtüşüyor? Bu tip kritik soruların pek çok bağlamda cevabı aranabilir şüphesiz. Birçok disiplin üzerinden yürüyerek farklı neticelere ulaşabilirsiniz pakala ancak ben burada biraz olsun moda kavramı üzerinden bir analiz yapmaya çalışacağım. Öyleyse ‘nedir’inden başlamak yerinde olacak. Nedir moda? El-cevap: İtalyancada değişik ihtiyaçlar ve süslenme özentisyle toplum hayatına giren geçici yenilik. Tabi sadece bu cümle dahi bir sürü tartışmanın kapısını hemen aralıyor.

Evvela şunu net olarak belirtmekte fayda var ki modayı belirleyen en önemli unsurlardan bir tanesi iktidar olmanın baskın gücüdür. Sözünü ettiğimiz iktidarın içeriği, niteliği farklılıklar arz etse de iktidar olmak belli bir model oluşturması hasebiyle modada belirleyici bir faktördür. Bu durum modern öncesi dönemden günümüze kadar etikisini çeşitlendirse de her zaman var olagelmiştir demek mümkün.

Özellikle modernite ile beraber anabileceğimiz moda kavramı, ilk bakışta dahi akla ‘geçici olanı’ çağrıştırıyor ancak bu geçiciliği, lafı hiç uzatmadan ‘fanilik’ olarak ifade ettiğimizde çok daha çarpıcı çağrışımlar yapmasının önünü alamıyoruz. Evet moda fanidir. Hem de ömrü, -faniliğin bir oratalaması var mı bilmiyorum ama- fanilikten de kısa bir ömür. İçinde yaşadığımız çağı, önceki dönemlerden ayıran belki de en kritik unsur zamanın değişim hızındaki baş döndürücülüktür. Bu baş döndürücü hız yeni boyutlarıyla hayatımızın her alanına sirayet etmiş durumda.

Modernitenin baskın geldiği bu çağda modayı masaya yatırdığımızda açık ve net bir biçimde sıralamamız gereken, söylememiz gereken şeyler var. Bir defa az önce yukarıda yaptığımız moda-iktidar ilişkisine bir şerh düşerek ifade etmeliyim ki moda, klasik çağlar ya da geleneksel toplumlar diye tasnif edilen dönemlerde din, iklim gibi sınırlı parametreler üzerinden gelişirken bugün üretilen birşeye dönüşmüştür. Moda üretimi, tüketim alışkanlıklarına yönelik bir mühendislik çalışması olarak karşımızda durmaktadır artık. Öyle ki bir sosyal kimliğin dahi öznesi haline gelebilecek kadar güç kazanmıştır. Dolayısıyla belli akıllarca seçenekler sunulan insanlar -ki buna maruz kalma da diyebiliriz- tercih yapar haldeler bugün.

Zamanı kavrayış açısından moda

Yine meseleyi tahlil ederken modernliğin zaman kavramına bakışının da moda üzerinde ne denli tesir alanı bulduğuna da dikkat kesilmek gerekir. Zira modernlik sürekli iyiye doğru akan bir zaman kurgusuna bağlı bir anlayış olduğu için eskinin kötü olduğu ve değişimin, özellikle de yeniliğin mutlak olduğu bir dünya tasavvurunu koyar önünüze. Bu zamana bağlı kavrayış biçimi, insanı, mekanı da tabii olarak, o zamanın bir unsuru olarak tayin eder; tıpkı fikri, söylemi, sanatı tayin ettiği gibi. Sözünü ettiğim şey bir yandan modernizmin çıkmazıyken diğer yandan da bir endüstrileşmeye zemin hazırlamıştır. Bu durum ise moda için uygun koşulların oluşturulması açısından oldukça mümbit ortam demektir.

Batı tipi düşünce kalıplarının temel referans noktalarından biri olan sınırsız ihtiyaçları sınırlı kaynaklarla dengeleme söylemini moda açısından ele aldığımızda yine meselenin bir başka kodunu daah çözümlemiş olabiliriz. Sözü geçen tanımdaki sınırsız ihtiyaçlar ifadesi dahi değerlendirmeye tabi tuttuğumuz moda meselesi için kaynaklık teşkil edebilecek bir unsurdur. Tüketim alışkalnlıklarının yönetilebilmesi için modernliğin itici gücünden ziyadesiyle faydalanan modacılar, sürekli olarak kendilerini yenilemek mecburiyetindeydiler. Sermaye ile de doğrudan bir ilişki kurmanın zorunlu hale geldiği böyle bir ortamda insanlara ihtiyaçlarının sınırlı olmadığı ezberletilmeliydi öyle de yaptılar. Kapitalizmin zorbalığı olarak da niteleyebileceğimiz bu zoraki vaziyet, sermayenin, küreselleşmenin de etkisiyle yayılma arzusunun bir sonucuydu. Yani özendir, üret, sat, eskit, yeniden üret ve satmaya devam et: Meta üretimini zorlayan döngü. Gelinen nokta itibariyle -modern dönem için belki de başından beri- moda belli periyodlarla üretilen ve hızla tüketilmesi sağlanan bir şey.

Geleneksel toplumlardaki değişim ile modanın birbirinden kalın çizgilerle ayrılaması zorunludur. Üretilen, yönetilen bir modadan ziyade geleneksel toplumlarda daha insani, daha masum unsurlar değişimin tetikleyicisiydi demek pek de iddialı olmayacaktır. Ki bu durum moda üstü diyebileceğimiz klasikleri bünyesinden çıkarabilmiştir. Yani geçici yeniliğin üzerine çıkabilen şeyler. Belki de bu sebepten modernite kendi klasiklerini oluşturamamıştır; var gücüyle zorlamasına rağmen.

Fikir ile olan ilişkiisi

Moda deyince akla giyim kuşam gelse de zihniyet değişimlerini, fikri akımları, ideolojileri örneğin, bu çerçevede tartışabiliriz. Yakın dönemlere bakıldığında bir dönem yükselen trend romantizmken bir süre sonra yerini realizme bırakmıştır mesela. Asırlarca varlığını sürdüren inançlar hali hazırda dahi toplumlar için en önemli motivasyon kaynakları olurken kendi dönemlerinde olabildiğince güçlü olan ideolojilerin bir süre sonra miyadını doldurması/kaybolması ne ile izah edilebilir? 18. Yüzyılda başlayan milliyetçilik gibi bir fikir akımının dönemin aydınlarınca benimsenmesi sonra terk edilmesi o fikrin demode olduğuna bir işarettir diyebilir miyiz? Elbette.

Geçicilik moda için anahtar bir kelimedir zannımca. Çünkü geçicilik onun için bir meşruiyet kaynağıdır. Arızalı zaman okumasıyla geçmişle kavgalı/mesafeli bir ilişki kuran modernite azıcık ardınıza bakmanızı dahi ‘saplanıp kalma’ olarak itham edebilir; toplumun, çağın dışında kalma. Bu da aslında kalıcı şeyler üretme acziyetinin savunmasıdır moda için.

Eğer belli değişmez ilkelerin nazarıyla dünyaya bakıyorsanız ve hayatı olabildiğince ilkeleriniz mucibince yaşıyorsanız “hoş bir sada” bırakmanız mümkün olabilir. Buna mukabil insan merkezli değil zaman merkezli bir kavrayışınız varsa -modernitenin bilinçaltlarına yerleştirdiği haliyle- dünya fani değil zaman fani dersiniz ve “anı yaşa”makla işe başlarsınız. Anı yakalayamamak beyhude geçmiş zaman olarak iliştirilir not defterinize. O halde tüketmek adına koşmak, yorulmak gerektir.

Tüketim alışkanlıkları ve çevre

Sosyolojik anlamda etraflıca bakış yaptığınızda modanın bir dayatma unsuru olduğunu görürsünüz. Terk etmeniz durununda ise adı konmamış bir dışlanma ile karşılaşmanız muhtemel. Zira moda özgürlük alanı olarak kabul ettirilir. Bu sebepten de modayı takip özgürlüğün icabı gibi bir algı oluşturulur. Modaya uymayan özgürlüğe uymuyor gibi bir yanılsamanın doğması olasılık dışı değildir bu durumda.

Normatif birtakım kalıplarla hanenize, zihninize kadar giren moda, insanları kendine öyle ya da böyle mahkum etme konusunda hafife alınmayacak kadar mahirdir. Kendi kuralları konusunda oldukça titiz ve kim ne kadar uyuyorsa o kadar makbul. Esasen bu noktada bir sosyal baskılanmadan da söz etmek lazım. İnsan-çevre ilişkisinden kalkarak çarpık bir düzlem olduğunu ifade etmek gerek. Zira çevreyi büyük oranda etkisi altına alan moda, sizi, dışında kalmanız halinde “el alem ne der” noktasına götürebilir. Merkez toplumsal algının imajlar üzerinden kurgulandığını varsayarsak artık bilncin merkezi insan değil başkaları olmuş olur. Neticede toplumsallaşmanın bir aracı olarak moda, belli bir gruba dahil olma imkanı elde etmenizi sağlayabilir.

Yapısal değil konjontürel birşey olduğunu rahatlıkla anlayabildiğimiz moda, insan tabiatının zaaflarını fırsata çevirerek metalaştırıp bir piyasa oluşturmuş ve tüketim alışkanlıklarını sekülerize ederek yoluna hızla devam etmiştir/etmektedir. Nitelikli üretim ya da tüketim derdinde olanlar içinse popüler olan, bir süre sonra yerini başka birşeye bırakacak demektir; dolayısıyla kalıcı şeylere yönelmek, isimleri silinmiş şeylere nazaran daha akılcı olabilir demektir. Bu endüstri rüzgarının önünde savrulmadan dimdik durmaksa yukarıda izaha çalıştığım gibi belli sabitelere yaslanarak mümkün kılınabilir. Bu, insanı modanın kurbanın olmaktan alıkoyar. Eğer kendinize ait kurallarınız yoksa, belli bir değerler sistemi ile sıkı bir iletişim içinde değilseniz modaya mahkum olmanız, onun zihniyetinizi çözmesi işten bile değildir.

Tüketim alışkanlıklarına sık sık vurgu yaptığımız moda noktasında ıslah edici ne yapılabilir sualine verilecek en sağlam cevap sahih sünnete dönmek olabilir. Nitekim modern fikrin literatüründe olmayan israf, kanaat etmek, iktifa gibi kavramlar can simidi gibi hayat kurtarabilecek özelliktedirler. Meseleye bu perspektiften baktığımızda temel dayanak noktasına ulaşmış olmak mümkündür. Her ne kadar reklamcıların her türlü bize ait olan kavramı dahi bir marka uğruna istismar ettiğini görsek de konuyla alakalı net tavrımızı korumanın hayati bir yere sahip olduğu düşüncesindeyim.

Aklın korunması prensibi

Medyanın sermaye ile olan sıkı ilişkisini düşündüğümüzde modanın zihinlere nasıl pompalandığını tespit kolaylaşacaktır ama son kertede İslam’da bulunan bir temel ilkeden bahsederek sözü bağlayacağım. O da aklın korunması ilkesidir. Evet aklın korunması. Manipülasyona, spekülasyona maruz bırakılan zihinleri kurtarma operasyonu da diyebiliriz buna. İslam’a göre en şerefli mahluk olan insanin fıtri nitelikleri muhafaza edilmelidir. Can emaneten verildiği için iade ederken hasarlardan olabildiğince koruyarak teslim etmenin önemi vurgulanır. Ve akla büyük önem veren ilahi vahyin bu uzvu korumak için emrettiği şey en akılcı ideolojilerin dahi akledemedikleri birşeydir. Yani gerek İslam toplumu gerekse varsa üst yapı Müslüman bireyin zihnini kirletebilecek herşeyden kormakla mükelleftir. Bugünden mizansen bir örnekle meseleyi özetleyelim. Mesela herhangi bir İslam Devletinde tv kanallarında yahut sair kitle iletişim mecralarında reklamlar oldukça farklı olurdu herhalde. Hemen alın, şimdi alın, kampanya başladı, fırsatı kaçırmayın gibi söylemler aklı belli bir tüketime kanalize ettiği için ve haksızlıkla beraber öncelikle hayırda olması gereken rekabeti beraberinde getireceği için müeyyide uygulanırdı. İşte benim için modanın akla yönelik ciddi bir yönlendirme gücü oluşturduğu bu süreçte bakmamız gereken zaviye.

Metafizik ögelerin bile reklam sofralarının mezesi olduğu bir çağda temel parametrenin İslam olması hayati bir kıymete hazidir. Evet moda dinin hükümlerini değiştirmiyor/değiştiremiyor belki; ancak dinin toplumsal boyutu noktasındaki ciddi dahlini görmezden gelemeyiz. Helal olan haram kılınmıyor evet; yalnız korunması gerekenlere ilişkin bir esneme oluşturduğu muhakkak. Hiçbir şeyi paranteze alamdan, mizana vurarak tartmak moda ile baş etmenin yolu olabilir. Demokrasiyi, ulıus-devleti, günlük hayatta kullandığımız ihtiyaç dışı eşyaları, sanatı belki.

Son iki asırdır oluşan özgüven eksikliğimizin reçetesi olarak çıkarılan her şeyi yutmak zorunluluk olmaktan çoktan çıktı. Algıyı dönüştürmek, değerler sistemimize uygun bir yaşam standardı oluşturmak hayal değil. Şehirleri dönüştürmek, nesilleri doğru olana ikna etmenin bedelleri elbette var ancak bu sadece maziye özlem duymak şeklinde anlamsız ve dönüştürücü olmayan bir öge ile tanzim edilemez/edilebilemez.